Google Hikayesi

0
anonim
Google Hikayesi, Google'ın kurucuları Larry Page ve Sergey Brin'in Stanford Üniversitesi'nde Google'ın ilk temellerini attıkları günlerden başlayarak, Google'ın kuruluşunu, gelişimini ve kurucularının başlarından geçen olayları anlatan bir kitap. 2005 yılında ABD'de yayınlanmış ve 2006 yılının başından itibaren Türkçe çevirisi ülkemizde yayınlanmaya başlanmış.
Kitabı geçtiğimiz hafta aldım ve henüz 7. bölümü bitirdim. Yazar coşkulu bir dil kullanmış, Google'u kuranlara ve onu geliştirenlere duyduğu hayranlık kurduğu cümlelerden ve seçtiği sözcüklerden rahatlıkla anlaşılabiliyor. Bunda da haksız olduğunu düşünmüyorum, Google gerçekten kitabın başlığında da yazdığı üzere "çağımızın en yeni iş, medya ve teknoloji başarısı".

Google üzerine FM'de sıkça yorum yapılır ancak bu kitap okunduktan sonra Google'un insanlık üzerinde yarattığı etkinin daha iyi anlaşılacağını ve kendi bünyesinde izlemekte olduğu birçok yöntemin örnek alınacağını düşünüyorum.

Kitabın içinde bir toplumun yeni değerleri nasıl üretebileceğine dair de örnekler var bana göre. Stanford Üniversitesi'nin sağladığı ortam ve olanakları Türkiye'deki üniversitelerle karşılaştırabilecek bilgim ve tecrübem yok, ancak elde edilen sonuçlara baktığımda kendi ülkemizde biryerlerde ciddi hatalar yaptığımız aşikar.

Görüşler

0
FZ
Önemli bir husus, oradaki üniversiteliler, üniversiteden çıkan BT girişimcileri ve burası arasındaki farklar. Galiba oralarda pek "devlet sahip çıksın, elimizden tutsun" gibi bir tavır yok gençlerde ya da iş adamlarında. Bakıyorlar, kârlı görüyorlarsa hemen girişiyorlar. Bir de şu var, siz bir hizmeti sadece Türkiye'ye mi satsanız daha kârlı olacağını düşünürsünüz yoksa tüm dünyaya mı? Yani hedef pazarınız neresidir? Internet'ten bahsediyorsak, Türkiye pazarı pek kaale alınabilecek bir pazar mı? Türkçe bir servis verdiğinizde kaç kişi gelip bakar, İngilizce bir servis verdiğinizde gelip kaç kişi bakar? Kesintisiz ve sabit fiyatlı Internet erişimi kaç yıldır var ülkemizde? Ne kadar yayılmış durumda? Kaç kişiyi hedeflediğimiz önemli, dünyayı hedefleyip hedeflemediğimiz önemli. Karamsar değilim, bu tempoda gidersek yavaş yavaş insanlar cesaret ve özgüven kazanacaklar diye düşünüyorum. Mesela burada Google'ın Summer of Code programına başvurduklarını söyleyen arkadaşlar çıktı. Kabul edilmemiş olsalar dahi özgüven ve girişimcilik çok önemlidir, geçen sene olmadı ise 2006 yazında olur, bir şekilde olur. Ya da işte artık daha çok sayıda insanımız yabancılarla ortaklaşa bir şey yapmayı düşünebiliyor, SourceForge.net ortamında geliştirmeye katkıda bulunabiliyorlar. Tabii ki bunun hızlı bir şekilde katlanarak artması şart. Mesele ölçek meselesi, 10.000 kişilik camia ile 1.000.000 kişilik arasındaki fark sadece nicelik farkı değildir, nicelik farkı kritik bir c noktasından sonra nitelik farkına yol açar. Bunu yakalamamız gerekecek.
0
robertosmix
Türkçe bir servis verdiğinizde kaç kişi gelip bakar, İngilizce bir servis verdiğinizde gelip kaç kişi bakar?

Bir de şu var tabii.. Yerli potansiyel dururken onu bırakıp İngilizce bir servisi ne kadar sağlıklı yürütebilirsiniz? FM International'i hepimiz hüzünle seyrettik maalesef. 2. haberin tarihi 7 ekim 2005. :(
0
FZ
Fikir babalarından biri olarak ben pek hüzünle seyretmedim. Basit bir deneme idi ve çok az enerji harcanarak yapıldı. Tıpkı Google'ın yaptığı gibi, ortaya bir fikir atar, tepkilere bakarız, tutarsa tutar, tutmazsa tutmaz, bir nabız yoklanır filan. O yüzden hüzünlenecek bir şey yok aslında, bazı bakımlardan gerçekçi olmakta fayda var.

Diğer yandan, yerli potansiyel... Nedir o yerli potansiyel? Bugün Türkiye'de doğrudan Internet tabanlı iş yapan kaç tane büyük sistem var? Birkaç e-ticaret sitesi sayabilirsiniz belki, belki bir yemeksepeti.com, geyik potansiyelini açığa çıkaran bir Ekşi Sözlük, vs. Bunlara belki bir nebze başarılı iş modeli gözü ile bakabiliriz, Türkiye'yi hedeflemişlerdir ve birkaç yıldır da batmadan ayakta duruyorlar (bilmiyorum bunlara itiraf, siberalem gibi siteleri eklemek mümkün mü) ama en nihayetinde şöyle bir düşündüğümde, etrafıma baktığımda çok geniş kitleye yayılan birçok sistem var mı? Bunların oluşturduğu bir ekonomi var mı? Yani lütfen banka, gazete gibi asıl işi başka olan ve Internet ayağı da olan işletmeleri katmayalım bu dediğimi hesaplarken.

Oysa İngilizce bir servis ile dünyayı hedeflediğinizde, delicious, flickr, digg, reddit, vs. gibi implementasyonları çok çok basit olan fikirlerle, tüm dünyadan insan çekiyorsunuz. Benim gördüğüm bu, yani 50.000 kişinin müşterisi olduğu bir ortam ile 5.000.000 kişinin müşterisi olan ortam arasında ekonomik anlamda nitelik farkı oluyor.

Ama ne bileyim 70 milyonluk memleketin yarısı ADSL ile Internet'e bağlanıyor olur, bunların %10'una hitap eden bir sistem, bir servis kurarsınız, 3.5-4 milyon civarında bir sürüm olur, o zaman çarklar dönmeye başlar belki. Ben ne karamsarım ne de iyimserim bu konuda, sadece anlamaya ve tahmin etmeye çalışıyorum.
0
darkhunter
Her akşam uyumadan önce düşünüyorum bir miktar; "en az eforla nasıl kitleleri bir sisteme çekerim, çektiğim sistem üzerinden nasıl kimseyi rahatsız etmeden para kazanırım" ...

Allah kahretsin ki bu konuya dair (start-up'a) en önemli ayrıntılardan biri hem fikri gerzekçe basitleştirip hem de kitlelere buraya yönlendirip üstüne bir de az eforla sıyrılmak çok da kolay bir iş değil. Ya da yatmadan önce yapılan fizibilite bu kadar olur 8-D

Tabi benim derdim bireysel kurtuluş onu da belirteyim... MillionDollarHomePage gibi...

Bu iş için sermaye yönlendiren ciddi yatırım ortaklıklarının özellikle bu fikirleri ararken neler yaptığını da araştırdım biraz... Bir noktadan sonra olay tamamen takdir-i ilahi 8-D
0
darkhunter
İkinci paragraf :

kitlelere = kitleleri
0
robertosmix
Ben ekşisözlüğün zaman içerisinde ilk başlarda barındırdığı entellektüel kimlikleri kaybedip bir süre sonra daha magazinsel içeriğe yöneleceğini tahmin ediyordum. Ki öyle de oldu. Bu da belirli bir kitlenin ilgili siteden başka yeni arayışlara geçeceğini gösteriyordu ki, yerli kullanıcılar da bir Wiki dalgası çoktan aldı başını gidiyor. Herneyse.

Tabii ekşisözlük bir örnek tabii. Bunun gibi örnekleri değerlendirip, başka konseptler çerçevesinde uluslararası boyutta yeni buluşma,tartışma ve fikir alışverişleri yapılabilecek noktalar oluşturulabilir.

Dün fazlamesai'de bir makalenin altında 10 yorum varsa seviniyorduk, oysa şimdi 3-4 günde 60-100 arası yorum yapılan başlıklar olabiliyor. Yarın başlık başına minimum binlerce yorum yapılan bir site olacak inşallah.

Nihayetinde varmak istediğim nokta şu, farklı zevklere yönelik istikrarlı oluşumlar zaman içerisinde hakettiği değeri her zaman topluyor. Dolayısıyla çok basit de olsalar fikirlerimizi hemen uygulamaya sokmanın çok faydası olacağı kanaatindeyim. Aksi takdirde her an biraz daha geç kalmış olabiliriz. Şüphesiz internet'in hızına erişilemiyor. Ama elimizden geleni yapmak bize kalmış.

Bir de şu nokta var.. bu sitelere site demekten çok organizma demeliyiz. Organizma kelimesi bunlar için daha uygun kanaatimce, çünkü bir süre sonra kullanıcıların büyütüp geliştirdiği, evrime sürüklediği platformlar oluyorlar. Bu açıdan esnek tutmak da çok faydalı organizmaları. :)

0
anonim
Dikkat çekici başka noktalar da var. Google'dan önce Yahoo'yu kuranlar yine Stanford Üniversitesi'ndeki doktora öğrencileri. Altavista, yine Stanford Üniversitesi'ndeki doktora öğrencileri tarafından geliştiriliyor. Bunlar Google'dan önceki en popüler arama motorları ve bugün Google varolmasaydı, internet üzerinde arama yapmak için başvuracağımız ilk üç arama motoru içersinde olacaklardı.

Çok belirgin bir gerçek var. Adamlar sistemlerini kurmuş ve çalıştırıyorlar. Üniversite, ilk kuluçka dönemi için gerekli ortamı sağlıyor. Google örneğinde, arama motorunun ilk kullanıcıları üniversite kampüsündeki insanlar oluyor. Google'ın ilk finansmanını 20.000$ ile üniversite yapıyor. Ama üniversitenin amacı hiçbir zaman ben bir arama motoru geliştireyim namım alsın yürüsün olmuyor. Üniversite için arama motoru bir araştırma konusu ve üniversite de varoluş amacına uygun olarak bu araştırmanın ilk olgunlaşma dönemine evsahipliği yapıp insanların bir sonraki adıma geçebilmelerine olanak tanıyor.

Yabancılarla işbirliği yapmak ve birlikte çalışmak hiç de atla deve bir şey değil. Ancak bizde bu tür bir çalışmaya adapte olup yürütebilecek kültür ve disiplin yok. Bu kültür ve disiplinin olmayışının cezasını da üretememek, ürettiklerimizin ise devamını getiremeyerek çekiyoruz.

Bir başka örnek daha vermek istiyorum. Pardus ile ilgili tartışmalarda geçen ve hiçbir cevap verilmeyen basit ve çarpıcı bir soru vardı: Ben neden kullanmakta olduğum Ubuntu'yu bırakıp Pardus'a geçeyim? Bu soru gözardı edildi, çünkü bu sorunun bir cevabı yok.

Pardus'u diğer dağıtımlardan farklı kılan ne? "Ulusal" adı altında Türk geliştiriciler tarafından geliştirilmiş olması haricinde Pardus'u diğer dağıtımlardan daha üstün kılan bir özelliğe ben Pardus ile ilgili hiçbir dokümanda ya da tartışmada rastlamadım. Amacımız devletin lisans maliyetlerini azaltmak ve ülkenin yazılım ithalat maliyetini düşürmek idiyse zaten bu iş için kullanıma hazır bir düzine farklı Linux dağıtımı var. Neden vaktimizi ve kaynaklarımızı bunların sistemlerimize adapte edilmesine harcamak yerine varolanların aynısını bir de "Türk"lerle yapıyoruz? Pardus bu noktada meşruluğunu kaybediyor. Bir proje sırf Türkler tarafından yürütülüyor diye desteklenip alkışlanmamalı. Bir proje niteliği ile, yarattığı katma değer ile öne çıkmalı. Katkıda bulunan herkesin emeğine saygı duyuyorum, ancak Pardus proje yapısı ve sunumu itibariyle vasat bir projedir, ayakta durabilmesi için kendi özniteliklerinden çok, "Made in Turkey" argümanından destek almak durumundadır. Bu da bizim kültürümüzün, dünyayı algılama biçimimizin ve disiplin anlayışımızın yetersizliğinin sonucudur.

Sevgiler
0
FZ
Ölçek diyordum, Boğaziçi'nde dersine girdiğim bir hocanın birkaç sözüne göndermede bulunayım. Hoca, ABD'de Nobel ödülü kazanmış Eric Kandel'den bahsediyor ve çalıştığı tek bir enstitünün bütçesinin 5 milyon $ civarı olduğunu söyledikten sonra ekliyor Boğaziçi'nin tüm üniversite olarak bütçesi ancak 1 milyon $ filan. Aynı hoca bir başka örnek veriyor, AB 6. Çerçeve Programı bağlamında bir proje söz konusu, belli bir kaynak var, TÜBİTAK da bunu uygun bir ekibe tahsis etmekle sorumlu. Konu ile ilgili TÜBİTAK görevlisi dertliymiş, başvuran bazı ekiplerin "citation" sayısının sadece 10 olduğunu söylüyormuş, adama sormuşlar, "yani ekipteki bilimadamlarının makalelerini mi kast ediyorsunuz" diye, TÜBİTAKçı cevap vermiş, "yok hayır, geldikleri üniversiteden çıkmış tüm makalelerin toplam gönderim sayısı 10 bugüne dek".

Gerçekten de bir ölçek sorunumuz var gibi. Harcanan paralar, yatırımların yanısıra bir de işte aynı havayı solurken paylaştığınız etrafınızdaki insanların kalitesi, vizyonu filan. Konu illa ki para meselesi değil, bir örnek vermek gerekirse bugünlerde nöroloji ve psikobiyoloji dünyasında çok prestijli bir isme sahip olan, aynı zamanda yazdığı popüler bilim kitapları ile de adından bahsettiren Ramachandran, gerçekleştirdiği çarpıcı keşiflerde milyon dolarlık cihazlar kullanmıyor. Bu doğru ama adamın eğitim aldığı ve çalıştığı kurum Santa Fe ve La Jolla'daki enstitüler ve hastaneler, yani konunun uzmanlarınca alanın "Kâbe"si kabul edilen merkezler.

Yabancılarla birlikte çalışmaya gelince, bm'nin zaman zaman tekrarladığı bir öneri var, üniversite öğrencilerinin stajlarını oturdukları yerden, yurtdışındaki projelerde çıraklık yaparak gerçekleştirmeleri üzerine yani bir nevi parasız Google Summer of Code gibi. Bazı yabancı "mentor"lar olması, onlara "al bu yetenekli ve hevesli gencin eti de senin kemiği de senin, proje bağlamında sen ne dersen onu yapacak, kodlayacak, tasarım yapacak, dokümantasyon hazırlayacak, sen bize rapor vereceksin biz de ona göre stajını kabul edeceğiz ya da etmeyeceğiz"denmesi gibi. Min. maliyet ile maksimum eğitim sağlayabilecek, genç insanların ciddi bir disiplin, görgü, terbiye ve kültür edinmelerini sağlayabilecek durumlardan biri. Üniversitelerimizin ciddi ciddi bu konuyu düşünmelerinde fayda var (ki ben akademik personel olmamama rağmen bu konuyu Bilgi'nin Bilgisayar Bilimleri bölümünde gündeme getirdim, tekrar gündeme getirip somut olarak bir şeyler yapılıp yapılamayacağını görmeyi gerçekten istiyorum).
0
bm
Ölçek diyordum, Boğaziçi'nde dersine girdiğim bir hocanın birkaç sözüne göndermede bulunayım. Hoca, ABD'de Nobel ödülü kazanmış Eric Kandel'den bahsediyor ve çalıştığı tek bir enstitünün bütçesinin 5 milyon $ civarı olduğunu söyledikten sonra ekliyor Boğaziçi'nin tüm üniversite olarak bütçesi ancak 1 milyon $ filan.

Pekiyi Stanford icin genel rakamlari buldum. 2004-2005 butcesi 2.6 milyar dolar. Orasi ozel bir universite, ama bu giderin %36sini karsilayan arastirma fonlarinin onemli bir kismi Federal Devlet kaynaklidir buyuk ihtimalle. Ikinci en buyuk kaynak ogrencilerden gelen para, o da %19. 2004-2005'te 70 kusur bin kisiden toplam 524 milyon dolar da bagis almislar. Bu 2.6 milyar gozunuzde buyumesin o kadar tabii, cunku giderlerinin %53'u de maaslara. Orasi ABD'nin en pahali yasanan yerlerinden biri. Turkiye'ye oranlarken 5-10'a bolmek mumkun ve belki az bile[1]. Bogazici'nin sitesinde butce diye arama yaparak boyle bir dokum bulamadim. Karsilastiracak bir miktar olmasi bakimindan TUBITAK butcesi yanlis hatirlamiyorsam $500 milyon civari, malesef siteleri benim firefox'da birsey gostermiyor onun icin simdi rakama bakamadim ama bir yerde bunu dokum olarak acikladiklarini hatirlar gibiyim (bilen linki versin lutfen). Herneyse Stanford icin rakamlar surada.

[1] En pahali kalem kira orada. Bir odali bir yer icin 'median' aylik kira 2003'te $1607 imis. 2005'te daha da artmistir. Rakamlar burada.

0
bm
Bogazici icin bakilacak yeri buldum, ama link bagli gozukmuyor: http://www.imi.boun.edu.tr/ Tubitak sitesi flashliymis, flashi geberttigim icin gozukmemis, simdi vmware/windows/IE ike bakiyorum, bulacagimi tahmin ediyorum.
0
bm
Pekiyi, TUBITAK'in 2004 rakamlari burada. Dogru anladiysam 200 milyon dolar civari gerceklesen bir harcamalari var 2004 icin. Emin degilim dogru okudugumdan, daha iyisini bilen varsa soylesin lutfen.
0
sefalet
Kusura bakmayın ama bu sayılar beni deli ediyor.Biliyorum siz benim konuya yaklaşımımdan bağımsız bir şekilde başka bir amaçla veriyorsunuz bu sayıları ama sizin de bildiğiniz bir noktayı belirtmek istiyorum.Boğaziçinin, ortadoğunun bütçelerini arttırın on katına yine de bir şey çıkmaz.Akademik düşünme biçimi sistemli bir şekilde kaybedilmiş bu ülkede.

Ben akademik yaşantım süresince para bulunamadığı için çok tutarlı ve bilimsel anlamda sağlam araştırması yapılmış fikirlerin heba olduğunu görmedim bu ülkede.Mutlaka olmuştur ama bunun her gün yaşanan bir vaka olduğunu sanmıyorum.Bizim sorunumuz üniversitelerimizde bütçe sıkıntısı olması filan değil en azında ilk sorun bu değil.Bilim tarihini bilenler bilimin paradan önce "bilimciye" ihtiyaç duyduğunu bilirler.Bizim üniversitlerimizde ki kesinlikle kanımca akademi değildirler, bilim kafasına sahip insanların ve yönetimlerin olması gerekli.Hiç kimse kusura bakmasın açık ve net söylemek gerekirse bu niteliklere sahip değil bizim üniversitelerimizin mensupları.Doğal olarak kendileri gibi de öğrenci yetiştirmekteler.Bir ülkenin üniversitelerinde Felsefe yüksek lisansı ya da doktorası yabancı dille veriliyorsa bu Türkçe dersini ingilizce vermek kadar ahmakca bir iştir.Bir ülkenin üniversitelerinde doktoradan sonraki akademik aşamalar için senden yabancı üniversitelerde çalışmış olmak vs. isteniyorsa bu feleği şaşırmaktır.Eğer mühendis,bilimşimci,felsefeci ve bilmem neci olarak mezun ettiğin adam, iki kelime Türkçe konuşurken derdini anlatamaz duruma geliyorsa sen parasal birikim dışında bir yerlerde asıl hatayı yapıyorsun demektir.

Bilim pahalı bir uğraş alanı değildir buna kesinlikle katılmıyorum, bilimi gerçekten yaparsanız teknik alan için gerekli parayı da bulursunuz.Önemli olan akademi ruhuna sahip olmaktır.Biz bilim yuvaları olması gereken yerlerimizde "buraya türkçe bilmeyen giremez" tabelası yazacak konuma geldiysek bunun parasal bir izahı yoktur.

Aslan yattığı yerden belli olur derler, üniversite mekanlarını gezenler aşinadır, devlet dairesinden farkı yoktur çoğunun.Bunlar parayla olacak şeyler değil bizim mimarımız mı yok doğru dürüst üniversite tasarlayacak, adamların yaptığı üniversite yapıları mimarlık tarihi kitaplarında gösteriliyor bizimkileri millet vergi dairesi sanıp dalıyor içeri.Sadece dışına değil içersine de bakın bakalım, bu mekanda yaratıcı beyinler yaratıcı beyinleri eğitiyor dermisiniz.Adam işten eve evden işe gider gibi gidiyor, bulunduğu mekana sahip çıkmıyor bir kere, benimsememiş mekanı, yok o akademik ruh çünkü.İşin estetik yanı bu tabi ama anlayana varolan zihniyete dair ipuçları veriyor.

Bilim yapamıyoruz paramız yok tartışmasını yapmadan önce bir gerçeği hep beraber kabul etmemiz gerekli.Bu ülkede üniversiteler bilim yuvaları değil, büyük sayılardaki genç nüfuzu oyalayarak sosyal patlamalara engel olma yerleridir.Son yıllarda bari bu işten bir de para kazanalım denerek paralı eğitime geçilmiştir o kadar.
0
FZ
Şimdi "paranın ne önemi var mühim olan insanlık" yaklaşımı kötü bir yaklaşım değil tabii, akabinde "sen süper orjinal, Nobel'lik fikirler ile gel bak ben sana çok acayip ortam sunacağım" da demek mümkün (Sen kâr etmeye başla, ben sana para yatıracağım vallahi diyen risk sermayesi yaklaşımına benzemiyor mu bu biraz?). Ben tam olarak öyle bakamıyorum meseleye. Yani paranın hiçbir önemi yok değil. Üniversitelerin bütçesini 1 günde 10 kat artırsanız hiçbir şey olmaz değil. Mutlaka bir şeyler olur. 1 günde olmaz elbet ancak ciddi bir yatırım olmuş olur süreç içinde bir şeyler olur. Aksi geçerli ise ABD, AB, Japonya neden yatırım yapıyor bilim ve teknoloji alanına diye sormak icap eder. Kısır döngülere girmeden cevap verilmesi gerekir buna.

Para her şey mi? Değil tabii, söz gelimi matematikçi iseniz ve dünyadaki matematik dergilerine Internet erişiminiz, temel kitaplara kütüphane erişiminiz varsa çok fazla bir şeye ihtiyacınız yoktur, bir tahta, bir kağıt, bir kalem. Bilgisayarcıların bir kısmı için de benzer şey geçerli, tabii eğer 100 bilgisayarı birleştirip paralel bilgi işlem gibi projelerle meşgul değillerse. Ancak daha büyük yatırım gerektiren alanlar mevcut, her şey kağıt üzerinde olmuyor diğer araştırma dallarında. Bazı alanlarda görüyoruz ki bilim pahalı bir uğraştır, lütfen biraz daha geniş açıdan bakalım. Dediğim gibi "sen süper bilimadamı ol ben sana çok acayip paralar, fonlar bulacağım" yaklaşımı biraz naif kaçıyor.

Mimariden bahsedilmiş, doğrudur, bir mekanı verimli kılan sadece içindeki fikirler değil. Oradaki insanların yanısıra mekanın fiziksel özellikleri de önemli ki bunun son ve güncel örneklerinden biri de MIT bünyesinde 2005 Aralık ayında açılış gerçekleştirilmiş Picower Institute isimli beyin bilimleri merkezi. O merkezde çalışan birbirinden farklı en az 5-6 ekip var ki bunların bir kısmını yöneten insanlar da Nobel ödüllü bilim insanları. O merkezin inşaatı için kaç para harcanmış, ne kadar bağış, yatırım, vs. yapılmış buna bir bakmak lazım. Beyin bilimleri ile uğraşan o insanların yıllık araştırma masrafları ne kadar bunu bir bilmek lazım. Oradaki profesörlerin maaşları ne kadar, adamlara nasıl sosyal hayat sunuluyor bunu bir incelemek lazım. Sonra "bilim pahalı bir uğraş değildir" cümlesini yeniden düşünmeliyiz belki de.
0
sefalet
Para hiç gerekli değildir diye bir cümle kurmadım sanırım ayrıca sen önce nobel kazanıp gel sonra bakarız gibi bir şey de demiyorum.Sadece araştırması ve temeli iyi oturtulmuş bir fikir mutlaka kendine mali kaynak bulur demek istiyorum.Üniversiteleri yerden yere vuruyoruz ama o kadar da değil demek istiyorum.Benim vurguladığım öncelik meselesidir, para ilk sırada gelmiyor diyorum bilim yapmak için.MIT örneğini vermişsiniz ama 20. yüzyıl kapitalist ve antikapitalist sistemlerin ürettiği bilimi görmemiz için iyi bir dönem.MIT'de üst düzey maddi ve manevi imkan bulunabilir ama MIT'in üretimine bakıp bu üretim bu imkanlar ile çıkıyor efendiler demek pek de doğru olmaz.Doğal olarak isterim o imkanlar her yerde olsun ama bilim yapmak için olmazsa olmaz görmüyorum.

Kuramsal bilimler ile teknik bilimler ilişkisinde kuramsal bilim hem kurucu özellik taşır hem de ilerlemeyi sağlayan ana motordur.Bu bakımdan batının teknikteki ilerlemesinin ana unsuru bilim de ileriye sıçramış olmasıdır.Parçacık hızlandırıcı kurmak pahalı bir iş ama onun kurulmasının gerekliliğine,getireceği faydalara dair anlayışı ve öngörüyü getiren kuramsal bilimdir.Anca sırça köşklerde bilim olur yanılgısına kapılmayalım lütfen.
0
FZ
"Sırça köşkleri aşağılamak", çok kolay yapılabilecek bir şey.

Kolay olanı mı yapacağız?

Princeton'daki ileri araştırmalar enstitüsü mesela bir tür sırça köşk. Einstein, Gödel gibi beyinler oraya gitmeyi uygun gördüler diye onları aşağılamalıyız mı mesela? O sırça köşkün o büyük insanlar üzerindeki etkisi nötrdür diyebilir miyiz? Neye dayanarak?

Bir başka örnek: Eric Kandel bir günde, bir yılda yaptığı çalışma ile Nobel kazanmadı. Üstadın psikoloji araştırmaları ekibinde tam zamanlı çalışan elektronik mühendisleri, biyologlar, zoologlar vardı. "Elimizdeki aletler ile yeterince hassas ölçüm yapamıyoruz" dediklerinde, yüzbinlerce dolarlık aletler başka lab.lara hediye ediliyor ve milyon dolarlık aletler satın alınıyordu, çalışmalar devam ediyordu. Sinir sisteminde moleküler bazda öğrenme, uzun süreli hatırlama nasıl oluyordu bunu araştırıyorlardı. Tek limit zekâları ve hayal güçleri idi yani maddi bir sıkıntıları yoktu. Tabiri caizse bir sırça köşkte, gayet elitist bir ortamda daha önce bulunmamış şeyleri keşfetmek için mesai yapıyorlardı.

Tabii ki sadece para saçarız süper bilim çıkar demiyorum ama ciddi anlamda maddi yatırım gerçekleştirmeden, yaratıcı beyinlere gayet konforlu, rahat bir ortam sunmadan da ne kadar iş çıktığını görüyor, kıyaslayabiliyoruz. Her şey kağıt üzerinde, teorik olarak olmuyor.
0
sefalet
Benim sırça köşkleri aşağıladığımı nereden çıkardınız.Orda çalışan insanların bulundukları ortamın faydalarından yararlanmadıklarını ve bunun üretimlerine etkisinin olmadığını da söylediğimi hiç sanmıyorum.

Einstein örneğini vermişsiniz ama çığır açan çalışmalarını Princeton'ın imkanlarının içinde gerçekleştirmedi bu insan.Hadi uç bir örnek kendisi diyelim ama benim kastettiğim şey için Einstein çok iyi bir örnek.Tam bir kuramcı, onun açtığı kuramsal yoldan fışkıran teknik gelişme bilim yapılacaksa neyin öncelikli olması gerektiğine çok açık ışık tutuyor.

Para olmasa da olur diyen yok zaten ama bilim yapma amacında iseniz elinizde akademilerin olması gerekiyor.Akademi de binadan hocadan ve bütçeden oluşan bir yapı değil.Temelinin ortasında zihniyet denilen kavramı barındıran, bilim için olmazsa olmaz bir sistem.Her şey kağıt üzerinde olmuyor olabilir ama bilim kağıt üzerinde başlıyor.
0
FZ
Örnek çoğaltılabilir tabii, yani izole bir ortamda bireysel başarıdan bahsedilecekse Ramanujan daha iyi bir örnek bile olabilir.

Öte yandan bilimi bireysel deha olarak değil, toplumsal bir etkinlik olarak görüyorsanız, teorik bilimin doğa ile etkileşim olmadan bir yere varamayacağında hem fikirsek o zaman sizin de dediğiniz gibi o "sırça köşkler" üretim anlamında azımsanabilecek şeyler değiller. Onların topyekûn varlıklarının ideolojik olarak sorgulanması ise daha geniş bir çerçeveyi gerektirir herhalde.

Bir başka örnek, Tycho Brahe gözlem yaparken Osmanlı İmp.da da Takiyüddin gözlem yapıyordu, her ikisi de büyük maddi ve manevi gücün desteğine sahiptiler. Kaderleri farklı olsa da bu örneği vermemin sebebi doğa ile ilişkiyi koparamayacak oluşumuzu vurgulamak ve ciddi yatırımın önemini vurgulamak. Einstein büyüktü ve kuramcı idi ama Brahe'nin gözlemleri olmasa idi Kopernik olur muydu, Kopernik olmasa idi Einstein'a nasıl bir miras kalırdı mesela?
0
bm
Kusura bakmayın ama bu sayılar beni deli ediyor.Biliyorum siz benim konuya yaklaşımımdan bağımsız bir şekilde başka bir amaçla veriyorsunuz bu sayıları ama sizin de bildiğiniz bir noktayı belirtmek istiyorum.Boğaziçinin, ortadoğunun bütçelerini arttırın on katına yine de bir şey çıkmaz.Akademik düşünme biçimi sistemli bir şekilde kaybedilmiş bu ülkede.

Evet, bunun bir delilini de o sayilarda eksik olan 'kac kisi' ve 'bu paraya karsi alinan verimi nasil olcecegiz' tipi sorularin o sayilari vermemin pesinden sorulmamasinda bulabiliriz belki. Tek basina benim verdigim kadariyla pek birsey soylemiyor onlar. (O rakamlarda dikkat cekecek asil onemli nokta belki 70.000 kisinin gonullu olarak ellerini ceplerine atip okula yardim etmeleri olabilir tabii. O bunlardan bagimsiz.)

Yazinizin kalanina pek elleyemiyorum, net olusmus bir fikrim yok. Yalniz sunu soyleyeyim, bizim alanda (Bilgisayar Bilimleri) su anda okuyacak kadar Ingilizce bilmeyenin dunyayla beraber hareket etmesi mumkun degil, bilmezse handikapli basliyor ise. Bu dil isinde biri iyi bilinince oteki eksilir diye birsey oldugunu da zannetmiyorum (Ingilizcesi iyi olanlarin Turkcesi bozulmuyor benim gordugum kadariyla). Anadile donulmesindeki onemli nokta, bence, bilimsel uretimin cok zayif ve tarzin buyuk ihtimalle bu zayifligi devam ettirecek sekilde carpik oldugu bir ulkede sadece anadil kullanilmasinin beraberinde ice donukluk ve uzerinde yaygin uzlasma olmasina ragmen dogru olmayan ic dogrularin uretimine sebep olmasi tehlikesi. Belki yanlis dusunuyorum, o da mumkun tabii.

0
sefalet
Valla ben kimsenin İngilizce ya da bir başka dil öğrenmesine karşı değilim, nasıl olabilirim ki kendim biliyorum yabancı dil ve insana neler kattığını şahsen yaşıyorum.Orasında değilim işin ben ama yabancı dilin ne ana okulunda ne de üniversite sırasında okutulmasına karşıyım.Özellikle bilim yapacak insanın kendi ana dilinde yapması gerekliliği kaçınılmaz bir gerçektir.İngilizcesi iyi olduğu için Türkçesi bozulmuyor demek o kadar kolay değil.Bir dili iyi biliyorsunuz diye diğer bildiğiniz dil bozulmaz tabi böyle sığ bir şey söyleyeceğim yanılgısına düşmediniz umarım ama eğitim sırasında ana okulundan başlayan ve üniversite çağına kadar uzanan bir süreçte yabancı dil bombardımanı yapmak gayet güzel Türkçeyi bozduğu gibi hangi dili konuşan millete uygulasanız o milletin dilini de bozar.Kuramsal düşünce çok önemlidir bundan biraz bahsettim bir önceki mesajımda.Kuramsal düşünce için bir insanın elindeki en büyük araç ana dilidir.Ana dilini iyi bilmeyen adamın bilimin kuramsal tarafından bir şey anlayabileceğini hiç sanmıyorum.Kuramsal düşünce olmadan da bilim yapılmaz.Bol bol teknik eleman yetiştirirsiniz anca.

Bilim evrenseldir, dili yoktur efendim gibi bir gerekçe yanlış olup, tam bir zırvadır.Bilim evrenseldir ama bilimi yapan insan yereldir.

Hadi yaptınız yapacağınızı koydunuz ülkenin develt üniversitelerine bile yabancı dille eğitimi.Felsefi akademik çalışmaları nasıl yabancı dille yaparsınız yahu.Bu Türk Dili dersini İngilizce vermekten farklı bir şey mi? Bu ülkenin nadide üniversitelerinin pek nadide öğretim elemanları hiç mi gocunmaz bu işten.Bakıyorsunuz gocunmuyor hocalar.Neden diye düşününce, biraz eşeliyorsunuz öğreniyorsunuz ki okul doktora sonrası çalışmalar için öğretim görevlisi alırken yabancı ülkede bir süre çalışmış olmak gibi bir şart göstermekte.Hocaların geçmişlerine bakıyorsunuz hepsi dışarda doktorasını yapmış uzun yıllar kalmış vs.Hiçbirinden üniversitede yabancı dil ile eğitime tepki gösterecek bilinç beklemek tuhaf olur zaten.
0
FZ
Felsefe ve dil konusuna takıldım ben biraz. Önce tavrımı belirteyim, Türkiye'deki üniversitelerdeki bilimsel lisans eğitiminin Türkçe olmasından yanayım. Gelelim, dil bozuluyor mu meselesine, benim gördüğüm eğer üniversiteye gelmiş bir gencimiz zaten derdini doğru dürüst ana dilinde ifade edebilecek kadar eğitim almadı ise o saatten sonra başka bir dil öğrenmesinin ekstra bir etkisi olmuyor. Ha ama ne oluyor, şunu görebiliyorum, anadili ile ilgili problemi yok ama kolayına geldiği için Türkçe cümle içinde araya bin tane İngilizce terim sokuşturarak konuşabiliyor. Bunu tembellik olarak görüyorum, bozulma kadar dramatik bir durum değil. Yani zorlarsa biraz kendini gayet güzel Türkçelerini de söyleyebilir halde oluyorlar. Bu biraz da şunun gibi, yani mesela beyin bilimleri ile ilgili bir açıklama yapıyorsunuz, arada Latince terimler filan. Türkçesini biliyorsanız kullanabilirsiniz ya da zorlayabilirsiniz ama tembelliğinizden ya da bilmediğinizden kaynaklanabiliyor ve karşıdaki de sizi anlıyorsa çok dert etmiyorsunuz.

Felsefe örneğine gelince, Boğaziçi'nde aldığım tüm felsefe ve psikoloji dersleri İngilizce idi, öte yandan buradan edindiğim destek benim bu dergideki makaleleri (felsefe ve psikoloji makaleleri) anlamama engel teşkil etmek şöyle dursun, bana yardımcı oldular.

Hocalara gelince, derste İngilizce konuşan hocalar Türkçe felsefe dergisine yazmıyorlar mı? Yazdıklarında dilden kaynaklı bir anlama güçlüğü ile karşılaşıyor muyuz? Ben pek karşılaşmadım yani işte yurtdışında doktora yapmış hocaların Türkçe felsefe dergilerine uzun, detaylı, Türkçe makaleler yazdıklarını da gördüm.

En baştan tavrımı belli ettiğime göre derdimin "dil bozuluyor" cümlesi ile ilgili olduğu anlaşılmıştır umarım. Kast edilen anlamda bir "bozulma", "çürüme" vs. gibi şeyler olduğunu düşünmüyorum, zaten "bozulma", "çürüme" gibi kavramları "dil" kavramı ile ilişkilendiremiyorum. (Hindistan'da konuşulan diller İngilizcenin yoğun etkisine maruz kalmadılar mı mesela? Oradaki yüzlerce dil bunun sonucunda bozuldu ya da çürüdü mü?)
0
sefalet
Tekrarlamamda fayda var sanırım bir yabancı dil öğrendiniz diye ana diliniz bozulmaz.Bozulmanın nasıl gerçekleştiğine değinmeye çalıştım.Hindistan örneğini vermişsiniz ama dünyada en çok İngilizce konuşulan yer Hindistan sanırım, böyle bir etkisi var.Toplumun diğer tabakaları da İngilizce ve İngiliz kültürünün yanından geçmiyor zaten.Dilde bozulma olur mu olmaz mı çok genel bir dil bilim tartışmasıdır belki fırsat olursa ona da girilebilir ama insanın ve kültürün olduğu her yerde sapmalar ve bozulmalar meydana gelir.Dil bundan bağımsız değil.Kültürün evriminin bir parçası denebilir ama değişim, varolan birikimin nedensiz ortadan kalkmasına yol açıyor ise buna bozulma diyebilmeliyiz.

Hocalarınız uzun, detaylı, Türkçe makaleler yazabilirler, artık o da yapılsın değil mi ama.Hocalarınız acaba Felsefe eğitimlerini İngilizce mi almışlar ki felsefi makaleleri yazarken zorlansınlar.Felsefe öğrenimini yurt dışında sürdürmüş olabilir, yurt dışında çalışmalar yapmış olabilir bunlara karşı olan yok ki.Ama siz felsefe gibi bir alanı bu ülkede İngilizce yapıyorsanız gelecekte büyük düşünürlerin çıkmasını beklemeyin derim.Hatta düşüncenin çıkmasını beklemek bile hayalcilik olur.Dil felsefesi yapmadan felsefe yapılabilir mi? Bunun için dilin en derinlerine inmeniz gerekir.Dil ve felsefe ilişkisi herhalde en çok hakkında yazılmış konulardır.Bu gerçekler varken hangi gerekçe ile felsefe yabancı dille okutulur anlamış değilim.Felsefe zaten batıda da doğuda da toplumdan uzaklaşmış bir alan.İki bin sene önce üstünde oturduğumuz topraklarda insanlar çarşı pazarda onlardan sonraki felsefi tartışmalar yaparken biz felsefeyi insanlara ana dilleri dışında öğretmeye çalışır duruma geldik.Sonuç ne? İki bin sene önce yaşamış adamlar bizim bugünümüzü şekillendirdi ve şekillendiriyor, hala onların sorduğu sorular üzerinden tartışır durumdayken, biz ne kadar geleceği şekillendireceğiz düşünsel anlamda çok merak ediyorum.Bu derin çelişki yenilir yutulur cinsten değildir.
0
yilmaz
Aceba üniversitenin öğrenci üzerine etkisi nedir. Yetenekli bir öğrenciyi köreltebilir mi? Yada yeni bir bakış açısı katabilir mi? Google 'nin oluşmasında Stanford'un katkısı nedir?
Valla şehsi kanaatim bizim üniversitelerin çoğu ne yapacağına karar verememiş. Bir hocam "Üniversite bilim adamı yetiştirir." diyor. Aynı zamanda laboratuvarların , personelin yetersizliğinden bahsediyor. Bu şartlarda bilim adamı yetiştirilemeyeceğinden bahsediyor.
Madem bunlar olmayacak bari "piyasaya" adam yetiştirsinler. (Bunları bilgisayar mühendisliği bölümleri yazdım.)
0
xelon
Aceba üniversitenin öğrenci üzerine etkisi nedir. Yetenekli bir öğrenciyi köreltebilir mi? Yada yeni bir bakış açısı katabilir mi?

Yeni bakış açısı tabiki katar, fakat kesinlikle köreltmez. Ancak kendi kendini köreltebilirsin üniversitede. Bilgilenmek yada körelmek tamamen senin elinde.

Valla şehsi kanaatim bizim üniversitelerin çoğu ne yapacağına karar verememiş. Bir hocam "Üniversite bilim adamı yetiştirir." diyor. Aynı zamanda laboratuvarların , personelin yetersizliğinden bahsediyor. Bu şartlarda bilim adamı yetiştirilemeyeceğinden bahsediyor. Madem bunlar olmayacak bari "piyasaya" adam yetiştirsinler. (Bunları bilgisayar mühendisliği bölümleri yazdım.)

Şu an ben bilg. müh. okuyorum. Diğer üniversiteleri bilmem ama dediklerin okuğum üniversite için geçerli değil. Bugüne kadar laboratuvar ve öğretim görevlileri açısından hiçbir eksik göremedim. Bunların yanı sıra aynı zamanda piyasaya da adam yetiştiriyorlar. Ki günümüz Türkiye'sinde bu şart.

Üniversite'den beklediğin birçok şeyi karşılayamayacaksın. Çünkü ilk ve orta eğitim esnasında hazır bilgiye ve ezbere alışanlar üniversitede de buna devam ediyorlar. "Birkaç sene içerisinde ya hiç bişey öğrenmedik!! Nasıl okul bu?" gibi söylemlerde bulunuyorlar. Gerçek olan bu değil tabii. Üniversitede hiçbir konuyu merak etmeden, araştırmadan sırf geçmek için çalışanların sayısı çok fazladır. Sonra da "işte Türk eğitim sistemi" denir. Hoca'nın birşey üretmek yada öğretmek için kimseyi zorlamak gibi bir derdi yoktur. Ki mantıklı olan da budur.

Önemli olan elindeki fırsatları iyi değerlendirebilmen.
0
yilmaz
aldığın elektronik dersleri yeterli mi?
0
xelon
Gömülü sistemler ile uğraşan biri olarak bana yeterli geldi. Ama bu tartışılır. Bir Elektronik Mühendisliği öğrencisi kadar bilgim yok tabi.

Ama bir bilgisayarın(sadece x86 için değil) nasıl çalıştığını iyi biliyorum. Ayrıca üzerinde çalışılırsa baştan bir CPU bile tasarlanabilir...
0
yilmaz
Nerde okuduğunu bilmiyorum. Ama memleketimin üniversitelerinin tamamını da kötülemiyorum. Ama çoğu içler acısı.
0
xelon
Sadece 2 üniversite gördüğümden diğerleri hakkında yorum yapamam. Ama durumun bahsettiğiniz kadar kötü olduğunu düşünmüyorum.
0
rainstorm
evet eğitim sistemi insanı köreltiyor. türk dili görmekten kustum artık ki inkılap tarihi falan filan.(konuyu başka yerlere taşımayında.) ben bilgisayar programcılığı öğrencisiydim ilkokuldan oraya kadar gördüğüm dersler bunlar.ki işletme 4. sınıftayım hala aynı şeyler.öğh falan olmayı aştım psikopat olucam bunlar sayesinde. mantık hiç bozulmuyor aslında; herkes herşeyden anlasın biraz ama hiç bir iş iyi olmasın.ya ekip olayını ben mi yanlış anlıyorum yoksa tek başıma bir şeyler başaramayacak kadar aptalmıyım?(ekiple çalışmak kadar üretken bir durum yoktur.1 akıl 1 fikir 2 akıl çok fikir).yetenekli oldugum bir konuda ilerlemek istedim ama engeller hep engeller. maddi durumumda iyi olmadı gideyim başka yerler okuyayım gelişeyim diye.ha şu var hocam piyasadan gelme bir öğretim görevlisiydiki millet -yanlış hatırlamıyorum- odtü de bile qbasic-gwbasic görürkene biz visual basicle başladık olaylara(amacı belli bunuda başka yerlere çekmeyelim). peki piyasa kendine eleman yetiştirmiyormu? özel üniversiteler dışında piyasada bol ve işe yarar hatırlı tanıdıkları olan ve günün şartları ile uyumlu değerli hocalar haricinde piyasa için eleman yetiştirimi yok. bu her alanda geçerli.üniversitenin hala geçerli açılımları var bizde; siyasi görüş eğitim merkezi,özgürlüğün farklı anlaşıldığı bir eğitim merkezi,ekonomi için öğrenciye sağılacak inek muamelesi yapılan yerleşim yerinde bulunan eğitim merkezi,hocaların hala lisedeki gibi öğretmen olarak görüldüğü (ki hoca burda rehber olmalı üretken olurken karşılaştığınız problemlerde destekleyici yani neyi üreteceğini veya ne alanda gelişmek istediğini kendin seçmelisin),bilinen diğer maddi manevi sorunlar.
0
o_ozardic
Kusura bakmayın ama, bu yazınızın üstüne söylenmesi gereken oldukça önemli bir husus var; üniversiteye kadar aldığınız Türk dili dersleri yeterli olmamış göründüğü kadarıyla. :(

(Evet, benim için de yeterli gelmemiş olabilir, hatta bu sorun ömür boyu düzelmeyecek de olabilir :( ; gerçi çıkmamış candan ümit kesilmezmiş :) )

0
rmznbrtn
o_ozardic'a katılıyorum, yazdıklarınızdan anlatmaya çalıştığınızı anlamak çok zor. Keşke daha okunaklı, dilbilgisi kurallarına uygun ve anlaşılır yazabilseydiniz.
0
rainstorm
cevap veren arkadaşlar ben ne dedim siz ne yapıyorsunuz.bilmukabele hadi ben yazmasını bilmiyorum siz daha okumasını bilmiyorsunuz demekki. anlamdıysanız parantez içindeki; konuyu başka yerlere taşımayında kısmını açayım isterseniz?
0
rafet
Rainstorm biraz karisik yazsa da ne dedigi cok guzel anlasiliyor, o kadar da ustune gitmeyin adamin. benim katilmadigim gorusu Turk dili, tarihi dersleri cok demis. Yani bu dersleri kaldirinca sorunlar cozulecek mi?Asil sorun Turkiye'nin egitim sisteminde.Adamlarin derdi hala imam hatip mezunlarini universiteye sokmak, kendilerine universite mezunu kadrolar hazirlamak. Zihniyet bu oldukca kim iktidara gelirse gelsin, bir sey degismeyecek yani.Her gelen kendi adamini yonetimde etkili yerlere getirme gayretinde olacak. Universitelerin, egitimin sorunlari hic gorulmeyecek. Radyo tv bolumu mezunu oldum, 4 yillik egitimim boyunca kamerayi bir kere uzaktan gordum, o kadar(Hoca sinifa getirmis, biz de vay be diyerek bakmistik bir kac dakika. Simdi daha iyi olmus, teknik derslere agirlik veriliyormus diye duydum, dogru yalan. Turkceyi iyi kullanamayani liseden mezun etmeyeceksin. Kendi dilini bilmeyenden bir halt olmaz. Liseden sonra universitede her bolum kendi alanina daha fazla agirlik vermeli(10 dersden 8' i gibi). Sahi konu Google di, degil mi?
0
edenspring
Sadece bir noktaya takılmak istemedim fakat bu imam hatip mevzuuna acaip takılıyo kafam. Hep "imam olacaksan o okula gideceksin, o okuldan mezun olan bilim adamı, mühendis vs. olamaz" dayatması var toplumun belli kesimlerinde. Benim bildiğim genetiğin babası Mendel de bir din adamıydı, örnekleri çoğaltılabilir... Demem şu, bu imam hatip olgusuna çok fazla ideoloji önyargısıyla bakmıyor muyuz..


Bir bilg. mühendisi olarak okulumun uygulama ağırlık olmaya özen gösterdiğini biliyorum.Ancak "Anadolu Üniversiteleri" tabir edilen bizimkisi gibi çoğu üniversitenin sıkıntısı öğretim elemanı eksiği. Şu an daha yeni prof. olmuş bir bölüm başkanı ve 3 doç. var. Gerisi asistan ve okutman. Bu kadar az öğretim elemanı olan bölümüm YÖK'e 50-60 arası (ki bu bile fazla) kontenjan sunuyor, YÖK 80+yabancı uyruklular diyor... Haliyle öğrenci başına düşen öğretim elemanı bu kadar az olan bölümde uygulamalar alabildiğine havada kalıyor.

Bu arada Sayısal Analiz dersinde (Fen Edebiyat'tan gelen) bir hocamız bizim üniversitemizde uygulanan eğitim sistemini açıklamıştı. Amerikan sistemi olduğunu öğrendiğimiz sistemde hoca öğrencilere belirli alıştırma ödevleri verir, öğrenci araştırıp kendini geliştirir, böylece öğretmenin fazla bir anlatım yapmasına gerek kalmaz... Bu sistemin ülkemizde uygulanmasındaki sıkıntının ekonomik olduğunu belirten hocamız Amerika'daki öğrenci 60-70$'lık kitaptan 3 tane alabilecek ekonomik güce sahip ve kütüphanelerinin de aynı güce sahip olduğunu belirtmişti. Ülkemizde gerek öğrencinin kendisi gerekse kütüphane yetersizlikleri dolayısıyla hocaların arada kaldıklarından yakınmıştı, çünkü ortada araştırma yapmayan yüzlerce öğrenci vardı...

Eğitim sistemimizde elbet pek çok sorun var ama özel sorunları bir kenara bırakmalı ve genel sorunlara FZ'nin belirttiği (staj yaklaşımı) gibi çözümler sunabilmeli diye düşünüyorum...
Saygılar
0
rainstorm
saol ama ben parantez içinde dedimki bu dersleri söylememin amacı belli başka yerlere çekmeyin.ilkokuldan üniversiteye kadar müfredatta kaç tane dersin gerekli gereksiz oldugunu tartışmıyoruz.amaca-branşa yönelik eğitimden bahsediyoruz. zaten dedimya her seviyede görmekten bıktım.daha bir çok derste sayabilirim size.ama herkes herşeyi bilmek zorunda o zaman neden tarihçi var? neden dil bilimcisi var? neden matematikçi neden fizikçi var? işine ihtiyacına ve zevkine göre farklı bir kaç alanda da uzman olan var bunlarıda göz ardı etmiyorum.Neyse iş uzayacak dediğim gibi; amaca-branşa yönelik eğitimden bahsediyoruz.
0
ttk
http://www.theinquirer.net/?article=29625
0
xelon
Yok artık. Umarım doğru değildir!!!
Görüş belirtmek için giriş yapın...

İlgili Yazılar

Google'dan WebApp

anonim

Bildiğiniz herseyi unutun...

Google WebApp isimli yeni bir framework ile hem Amazon EC2, S3 gibi servislere rakip çıkıyor, hem de web uygulamalarını geliştirebileceğimiz yeni bir platform sunmuş oluyor.

Google PC

demirten

Los Angeles Times'da çıkan bir habere göre Google, başta WallMart olmak üzere dev mağaza zincirleriyle PC satmak üzerine görüşmeler yapmaktaymış. Ayrıca analistlerin yorumları, 2006 yılı içerisinde, Google işletim sistemli ucuz bilgisayarların satışına başlanabileceği yönünde. Haberin tamamı için: latimes.com/business/

Google Calendar

anonim

Yine bir google haberi, biliyorum hepiniz benim gibi sıkıldınız ama adamlar durmuyor ne yapabiliriz, google calendar, ilk intiba gayet iyi, ilerde bunun API'lerini açıp bizi çok zahmetten kurtabilirler belki...

Google'dan nefret etmek için 25 sebep ya da arama motorları neden yalar söyler

gismo

Google microsoft dışında da birilerinin tepesini fena attırmış. Danny Sullivan amca burda neden google'dan nefret ettiğini sıralıyor.

Progressive Web App Dünyasına Giriş: Manifest

butch

Progressive Web App (PWA), Google'ın günümüz web uygulamalarının iyi birer mobil uygulamaya dönüşebilmesi için önerdiği özellikler çerçevesinde ortaya çıkan bir kavram. Tarihsel olarak Responsive Web'den sonra ortaya çıkan gelişme olarak anılacak ve görünen o ki web dünyasında bir büyük değişime daha tanıklık etmemize sebep olacak.

Bir PWA'nın temelde sahip olması gereken özellikler...