Yazılım mühendisliği mühendislik midir? Hacker mantalitesi nerede patlar?

0
FZ
Geçenlerde (en altta linkini verdiğim) bir sunum izledim. Tanıdığım pek çok yazılımcıyı ve yöneticiyi sandalyeye zincirleyip o sunumdaki her sayfayı, her sözcüğü onlara tane tane okutturmak, birkaç kez yüksek sesle tekrar ettirmek istiyorum.

Yazılım mühendisliği mühendislik midir?

Yazılım, çok akıllı bir ya da birkaç adamın odaya kapanıp harala gürele kod yazıp sonra da “bakın süper program çıktı ortaya, acayip sofistike işler yapıyor” dediği türden sanat, zanaat ve teknik bilgi karışımı gizemli bir üretim alanı mıdır? (Olası tepki: E ama DOOM öyle yazılmadı mı? Bak süper oyun yaptı o zeki ve bilgili adam. Yalan mı? Bak filanca da kapandı odaya süper derleyici, işletim sistemi filan yaptı. Efendim? Her şeyi tek başına yapmadı mı? Yaptı yaptı. Kapandı odaya. Tek başına. Canım birkaç kişi destek vermiştir. Onlar da odaya kapanıp yazan çok zeki ve çalışkan adamlardı. Keşke herkes böyle olsa. Hem tek bir kişinin ya da iki kafadarın geliştirdiği ürünler peşinden fanatiklerini yaratmadı mı ve sevilmedi mi?)
Sonu gelmez tartışmalara yol açan sorular yukarıdaki sorular. Zaman zaman benim de yakın çevremdeki yazılımcılarla tartıştığım bir konu. Bir dostuma göre, hiçbir fiziksel üretim (gökdelenler, trenler, uçaklar, otobüsler, büyük gemiler, vs.) bir yazılım kadar çeşitli ve farklı etkiye maruz kalamaz, o fiziksel yapıların maruz kalacağı doğa koşulları bellidir, ona göre simülasyon, mühendislik hesabı filan yapılır, üretime geçilir ve insanlar huzur içinde, güvenilir şekilde işlerine devam eder, bu mühendislik ürünlerini kullanırlar. Aynı dostum devam eder: Hiçbir fiziksel ürün üretildikten sonra yazılım kadar kolay değiştirilebilir değildir, o kadar esnek değildir bu da bazı kısıt koşulları hem üreticiye hem müşteriye dayatır.

Ben ise aksini savunurum, yazılım denen alan mühendislik perspektifini güç bela da olsa benimsemeye başlamıştır yavaş yavaş, çileli, sancılı ve her kafadan bir ses çıkan yolda ilerlesek de süreç içinde biz de (ya da belki çocuklarımız) ciddi üretim tekniklerini benimseyeceğiz.

Yazılım sektöründe çalışanların bir kısmının şikayeti yabancı değildir: Çok çalışıyoruz, iş yetişmiyor, sabahlamak zorunda kalıyoruz.

Yani cin gibi insanlarız, çok zekiyiz ama maalesef yazılım denen bu şeytani disipline içkin öyle garip özellikler var ki ne yaparsan yap başa çıkılamıyor, yola yordama, belli yönteme gelmiyor. Buna inanmak güç. Bunu temellendirmek daha da güç.

Yöntem, disiplin deyince bazı yazılımcılar korkuyor. Yahu işte biraz tasarım yapar, kodu yazar, müşteriye gösterir, geri besleme alır, sonra gene kodu yazar, biraz test eder, hataları düzeltiriz. Müşteriye gösteririz, sonra... şey, sonra bazen yeniden yazarız!

Problem nedir? Yeterince çalışmamak mı? Yeterince zeki olmamak mı? Yeterince eğitimli olmamak mı? Yoksa yanlış eğitim almak mı?

Belki de problem "yazılım mühendisliği" denen şeyin eğitiminin yeterince sıkı verilmemesi ve otoriteler tarafından bunun bir onaya henüz dünyanın hiçbir yerinde doğru dürüst bağlanamamış olması.

Siz hiç üreteceği gemi, gökdelen, otobüs, vs. bazı standartlara çok sert şekilde bağlı olan ve ciddi testlerden geçeceği için oflayıp puflayan makine mühendisi, mimar ya da inşaat mühendisi gördünüz mü?

Deprem esnasında yazılımın altında kalıp da ölen insan yok diye mi bu kadar rahatız?

Bindiğiniz uçağın pilotu yarıyolda uçağın temel sistemlerinden birine bir yama uygulanacağını söylese bir daha o uçak markasını kullanan havayolunun müşterisi olur muydunuz? Ne kadarlık tazminat davası açardınız? (Olası tepki: Abartıyorsun kardeşim, hatalı programdan kim ölmüş. O kadar hayati bir şey değil yazılım. Sadece ve sadece ölüm kalım meselesinde olur o dediğin katı standartlar, testler. Ve sadece ölüm kalım vakalarını engellemeye yarar. Kodluyoruz biz. Kimse ölmez bu yüzden. Abartma abartma, hadi yetiştirmemiz gereken bir yığın kod var.)

Bilgisayar bilimleri eğitimi ile yazılım mühendisliği aynı şey midir?

Programlama ile yazılım mühendisliği aynı şey midir?

Bir odaya kapanıp kod yazan zeki ve gizemli adam profili ile yazılım mühendisliği ile aynı şey midir?

Açık kodlu ve kimseye hesap vermek zorunda olmadığınız yazılım geliştirme eylemi ile yüzbinlerce kişinin değil de sadece belli bir kısım müşterinin kullanacağı ve problemsiz şekilde kullanmak istediği bir uygulamayı geliştirmek ve sizden bazı taahhütleri yerine getirmesini beklemesi aynı şey midir?

Doğru dürüst gereksinim analizi gerçekleştirmek, doğru dürüst yazılı spesifikasyon üretmek, bunlardan yola çıkarak test durumları oluşturmak ve ancak ondan sonra bunlara uygun şekilde, test edilebilir, onaylanabilir, kalite kontrolü %90 otomatik olarak yapılabilir "yazılım ürünleri" geliştirmek görünen o ki, birkaç kitap okuyup yeni bir dili kurcalaya kurcalaya öğrenmekten çok daha zor. Ya da doğru dürüst eğitimi verilmediği için zor gibi görünüyor! (Olası tepki: Ohooo, şimdi kim uğraşacak o kadar kağıt işi ile, bırak da kod yazalım ben adam, olmadı sonra düzeltiriz. Ya da başkası düzeltir. Bu şekilde işi yavaşlatma lüksümüz yok. Yok tabii, yani sonra dönüp dönüp iyice karıştırma ve bunun bedelini ödeme lüksümüz var. Var değil mi, hem işler yıllardır böyle yürümüyor mu? Bir an önce ortaya bir şey koymalıyız. İnşaat mühendisliği değil ki kardeşim bu. Abartıyorsun!)

Lafı uzatmayayım, insan kendisi gibi düşünen başka insanların da olduğunu görünce "herhalde o kadar da salakça düşünmemişimdir" hissiyatına kapılıyor. Bu hisse kapılmama yol açan kişi ise Steve McConnell. Professional Software Development: Shorter Schedules, Higher Quality Products, More Successful Projects, Enhanced Careers kitabının yazarının aşağıdaki sunumu uzun süredir düşündüğüm ve insanlarla tartıştığım konular hakkında beni yeniden düşünmeye sevk etti:

A comprehensive summary of the book Professional Software Development

Görüşler

0
jfever
öldüren programcilar da var, olmaz olur mu?
0
iscariot
Bir konuyu biraz açmak istiyorum. Evet insanlar belki yazılımın altında kalıp ölmüyorlar, ama çok daha farklı şekillerde insanların üretkenliğini etkiliyor. Misal : şu an dünyada en yaygın şekilde kullanılmakta olan işletim sistemi 2 saniye daha hızlı boot etseydi (ortamala - donanımdan bağımsız olarak düşünün) bu işletim sistemini kullanan dünyadaki tüm insanların üretkenliği hayatları boyunca ne kadar artacaktı ? o bilgisayarlar boot ederken harcanan zaman ve enerji başka nerelerde kullanılabilecekti ? bunu düşünün.
0
SHiBuMi
Çok güzel ve önemli bir yazı.

Özellikle yazılım dünyasında var olan, ama aslında ürettiğimiz her konu ile ilgili çok temel bir yaklaşım problemimiz var: Başarının sıradışı kabul edilip, başarısızlığın olağan görülmesi. Başarısız olan IT projelerinin çoğunda yöneticilerden bu yazıdaki mazeretleri duyarsınız: Yazılım işte sağı solu belli olmuyor, zaten yazılım projelerinin ne zaman sonuçlanacağını bilebilmek mümkün değil, müşteriler de ne istediklerini bilmiyorlar vb. Kimse çıkıp da ben proje yönetmeyi bilmiyorum, yazılım geliştirme süreçlerinden bir haberim o yüzden bu projeyi istenen süre ve bütçe ile tamamlayamadık demez. Başarısızlığın olağan kabul edildiği anlayış da bu durumu sorgulamakla zaman yitirmek istemez.

Bir binayı kurallarına ve doğa şartlarına uygun yapmazsanız ilk büyük depremde çöker. Bunu 17 Ağustos'ta hep birlikte gördük. Yazılım için de aynı kurallar geçerlidir. Kurallarına uygun yapmazsanız çalışmaz. Biz yapalım da bir şekilde çalıştırırız mantığını sürdürdüğümüz sürece, binalarımız da çökecek, köprülerimiz de yıkılacak, projelerimiz de yılan hikayelerine dönüşecek. Başarısızlığın sıradanlığını değiştiremediğimiz sürece de bu konudaki mahkumiyetimiz devam edecek.
0
cadas

Buradaki iddiada bir varsayım var, o da diğer meslek dallarında her şeyin oldukça planlı gittiği varsayımı. Ancak bu varsayım güçlü anlamda da zayıf anlamda da bana doğru gelmiyor.

Örneğin binalardan beklenen sadece ayakta durmaları değildir; bunu zaten bir bina yapmak zorunda, yoksa ismi bina olmazdı zaten (Tamam, memlekette durum daha kötü, üflesen yıkılacaklar da bina sınıfında). Binalardan asıl beklenen amaçlanan görevlerine uygun tasarlanmaları, arsayı en iyi şekilde kullanmaları, diğer binalarla görsel ve fonksiyonel uyum içinde olmaları, doğal ışıktan en verimli şekilde yararlanabilmeleri, yıllık bakımlarının düşük olması vb. şeylerdir.

Bence binanın ayakta durma temel şartı ile yazılımın komut satırından çağrıldığında ya da ikonuna çift tıklandığında çalışması ve ekrana bir etkileşim arayüzü getirmesi birbiriyle eş değerdir. Bu bağlamda yazılımların durumu ile binaların durumu aynıdır.

Yazılımın çalışmayı başardıktan sonraki beceri ve beceriksizlikleri ise binanın diğer saydığım yetenekleri ile eşlenmelidir. Bu bağlamda, binalar da yazılımlar kadar hatalıdır, "bug"lıdır.

Ve bizim yazılımda yama dediğimize binalarda tadilat derler.

0
malkocoglu_3
||Buradaki iddiada bir varsayım var, o da diğer ||meslek dallarında her şeyin oldukça planlı gittiği ||varsayımı. Insaat sektorunde isler daha planli gider cunku gitmek zorundadir. Bu sektorde yapim/insaat asamasi planlama asamasindan kat kat daha pahalidir, ve geri donulmesi cok zor islemler icerir (kati fiziksel maddelerle ugrasilmaktadir), bu yuzden planlama cok ciddi yapilir. Yazilimda tasarim ve kodlama islemlerinin kolayligi birbirine yakindir. Hem planlamada hem kodlamda (insaat) havadan toplanan fikirler, cok rahat degistirilebilen bir ortamda maddiyata kavusur. Yazilimda bazi hatalardan donmek zor olabilir, fakat Perl/regex bilgisi ile silahlanmis birisi icin imkansiz degildir. Yazilimin problemi, onun uzerindeki beklentilerin bir binadakinden daha cesitli sekilde olmasi olabilir. Temel bazi fiziksel kanunlar yerine, bircok kullanici hareketi ve ayrica kod bakim acisindan esnek bir mimari yapi beklenir. Esnek mimari yapi demek, temel hammadde olarak "insan" degiskenini formule tasir, ve insanlari daha matematiksel olarak cozemedigimize gore, her istege cevap verecek rahat bakilabilen kod yazilmasini mekaniklestirmenin ne kadar zor oldugu anlasilacaktir. Bu sebeple yazilim muhendisligi denilen seye muhendislik demek zordur; Muhendislikten bazi kavramlari icerir, fakat bence muhendislikten cok sanata yakindir.
0
ttk
İsabetli bir konu seçilmiş ama araya karışan "olası tepkiler" haberi itici hâle getirmiş. Şimdi olası tepki diyeceksiniz ki "buna mı takıldınız" ?
İnsanların takılmadan okuyabileceği tarzda haber yazmak, antipati'den dolayı mesajdan istifade etmekten, tartışmaya katılmaktan kaçınacakları da baktıklarında aslında istifade edebilecekleri şeye çekmekte faydalı olabilir.
0
FZ
Soru: Son zamanlarda ilgilendiğiniz yeni programlama dilleri neler?

Soru: Son zamanlarda ilgilendiğiniz yazılım metodolojileri ve test etme, kalite kontrol yöntemleri neler?

Sizce hangi soruya kaç kişi, nasıl cevap verecektir?

Tahmin etmek zor değil. Programcılar, birazcık farklı bir dile karşı bile aşırı önyargı ve düşünce tembelliği ile yaklaşırken, kodlamanın üstüne çıkan ve üretim disiplinini vurgulayan 2. türden bir soruya yanıt olarak genellikle boş küme gelecektir!

Soru: 2. sorudaki şeylerle ilgilenmesi gereken programcılar mıdır yoksa başka birileri midir?

Küçük küçük çözümler üretmek, spesifik bir problemi çözen algoritma, veri yapısı, onu hızlandıran optimizasyon geliştirmek başka bir şey, yazılım üretim yöntemleri üzerine düşünüp yol yordam geliştirmek ve insanların bunu öğrenmesini sağlamak bambaşka bir şey.
0
FZ
"Bir telekom şirket 1.000.000 satır kod içeren yazılım sisteminde 3.000 satırlık bölümü değiştirmek durumunda idi. Bu değişiklik işini o kadar dikkatli yaptılar ki operasyondan 1 yıl sonra bile herhangi bir hata çıkmamıştı. İhtiyaç gereksinim analizi, tasarım, inşa ve test aşamasından oluşan operasyon toplam 9 saat sürmüştü."

Yukarıdaki paragraf haberde linki verilen sunumdan alıntı. Farklı pozisyondaki insanlara çok farklı şeyler ifade edecektir. Dikkat çekmek istedim.
0
mesutgul
Batı toplumlarında (kültüründe) bilimin kaynağı (saiki) meraktır.
Örneğin, insanların uzaya gitmesinin nedeni, salt merakla izah edilmeye çalışılır.
Bizim ilkokullarımızda (şimdi adı ilköğretim okulu oldu, ama bir şey değişmedi) Gökyüzü Ünitesi hemen her zaman aynı söylemlerle başlardı:
"Bulutsuz bir gecede gökyüzüne baktığımızda..."
Ve devam eder:
"... bu, insanların dikkatini çekmiş ..." ya da "... merak uyandırır ..."
Sonuç:
"... ve ilk insan falanca yılda aya ilk adım attı."

Yani, insanlar uzaya neden gider? Meraktan...
İnsan bedeni, neden araştırılır? Meraktan...
Bitkiler, hayvanlar neden incelenir? Meraktan...

Peki, diyelim, yeni bir canlı türü ile karşılaştınız.
Örneğin, diyelim, bir uzay aracı, UFO, dünyaya düştü.
İçinden canlılar çıktı.
Ne yaparsınız?
İnsekte edersiniz.
Yani, onları (organlarını) kesersiniz, içini açarak incelersiniz.
Niye?
Nasıl canlılar, nasıl yaşıyorlar, anlamak için.
Niye?
Merak işte.
(Amerikan filimlerinde öyle olmuyor mu?)
(En azından, siz kurbağa insekte etmediniz mi?)

Benzer şekilde, batı toplumlarında (kültüründe) teknolojinin (teknolojik yenilik ve gelişimin) kaynağı (saiki) ise tembelliktir.
İnsanlar daha az yürüsünler, daha az yorulsunlar diye, ulaşım ve taşıma araçları üretilmiştir.
"Daha az çalışarak daha çok üretmek" olarak da ifade edilebilen verimin artışı üzerinde durmuşlardır.

Peki, bunların arkasındaki temel (itici) güç nedir?
Kişisel çıkar.
Para.
Nüfuz.
Güç!

Daha fazla para.
Daha fazla yemek.
Daha pahalı giyecekler.
Daha lüks ev ve arabalar.
Daha fazla seks.
Daha fazla orgazm.

Kapitalist toplumlarda temel varsayım şudur:
Bireyler, kişisel çıkarları için çalışarak yükselir.
Dolayısıyla, toplumun refahı (sosyal refah) da yükselir.
Sosyalist toplumlarda durum çok da farklı değil.
Fark?
Kapitalist Teori'de varsayılan "Görünmeyen El (Invisible Hand)" yerini Kolektivist Teori'de "İşçi Sınıfı (Proleterya) Diktatörlüğü" aldığı söylenir.
Ama, sonuçta her ikisinde de birey, çalışmak zorundadır.

Her iki sistemde de insan tanrılaştırılmıştır.
"İnsan, en iyisini bilir."
"İnsanın dediği olur."
"İnsan, en gelişmiş varlıktır."
Bu yetmediği dönemlerde ise; toplum, devlet, liderler tanrılaştırılmıştır.
Abartılı mı?
"Müşteri, veli nimetimizdir" sözünü nasıl açıklıyorsunuz?
"Ya devlet başa, ya kuzgun leşe" ne demek?
"Yükselsin kavgamızın bayrağı, uğruna verecek canımız var" ?
"Tek yol: ..." ?
" ... gelecek, vahşet bitecek" ?
"Huzur ... 'da" ?
"... izindeyiz" ?

Doğu toplumlarında da, insan merkezli sistemler hakimdir.
Ancak, anlayış daha farklıdır.
Burada amaç, merak gidermek ya da insanları rahat ettirmek değildir.
Çivili bir yatakta yatan adamın bunu rahat etmek için mi yaptığını düşünüyorsunuz?
Bir savunma ve ruh eğitimi olarak yüzyıllarca gelişmiş ve devam etmiş olan uzak doğu sporları bile, batılılar tarafından "dövüş tekniği"ne dönüştürülmüş, adı da "dövüş sanatı" konmuştur.
Ne sanat ama!
Amerikan güreşi ile Karakucak güreşin ne alakası var?

Batı kültürü ile doğu medeniyeti arasındaki en temel fark, niyettedir.
Doğu medeniyeti, yapılan her işte, önce niyete bakar.
Batı kültürü ise, sonuca bakar.
Yani, adamın amacı ne olursa olsun, hangi aracı kullanırsa kullansın, önemli olan sonuçtur.
"Amaca giden her yol, mübahtır" (Machiavelli).

Doğu medeniyetinde temel kriter, işini iyi ve doğru yapmaktır.
Yapılan işin ne olduğu önemli değildir.
Ünvanınız, servetiniz çok da nemli değildir.
Becerikliliğiniz (ehliyetiniz) ve yeterliğiniz (liyakatiniz) önemlidir.

Batı kültüründe ise önemli olan, işi bir an önce bitirerek ücretini olabildiğince yüksek almaktır.
Çünkü, sistemde (toplumda, ailenizde, çevrenizde, arkadaşlarınız arasında, hatta işyerinizde) paranız kadar konuşma hakkınız vardır.
Bunun için de, haketmeseniz de, kesenizi doldurmanız, servetinizi katlamanız gerekir.

Doğu medeniyetinde, siz hıyar da üretip satabilirsiniz, yazılım da... Farkı yoktur.
Ama önemli olan, yaptığınız işinizi (=amacınızı) iyi ve doğru bir şekilde yapmanızdır.
Sizin işinizi iyi yapmanız için, kimsenin denetimine ihtiyacınız olmadığı gibi, denetlenmekten de rahatsızlık duymazsınız, hatta (biraz da mazoşistçe) zevk alırsınız.
Hatta üretirken, çevreyi de kirletmezsiniz.
Çünkü kirletirseniz, vicdanen rahatsız olursunuz, huzursuz olursunuz.

Ürününüzü insanlar kullanırken, nasıl yararlanacağını düşündüğünüz için mutlu olursunuz, zevk alırsınız.
Sizin ördüğünüz/sattığınız bir kazağı giyen bir insanı gördüğünüzde gurur duyarsınız.
Geliştirdiğiniz ve herkesin kullanımına sunduğunuz "Vergi İade Programı" dediğiniz hesap tablolama dosyasının bile, ülkenin her yanında kullanıldığını görmek size zevk verir.
Bir de açık kaynak kodlu yazılım geliştirebildiğiniz bir düşünsenize!

Batı medeniyetinde ise bunların hepsi safsatadan ibarettir.
"Dost ararsan, cebine (cüzdanına) bak"man yeterlidir.

Doğu medeniyetinde de hastane yapabilirsiniz, Batı kültüründe de...
Fark?
Batı kültüründe amaç, ya hastalardan para kazanmak, ya vergiden düşmek, ya da popüler olarak esas faaliyet alanlarınızda daha karlı olabilmektir.
Doğu medeniyetinde ise amacınız, hastaları iyileştirmek, onların dualarını almaktır.
Sizin de hastalanıp o hastaneye düşebileceğinizi düşünmek bile, sizin için ayıptır.
"İhlas zafiyeti"dir.

Eğer siz, batı karakterinde bir insansanız, doğu toplumu sizi tolere etmeyi başarır.
Sizi dışlamaz, hoşgörü ile bakar hep.
Sizi, tam da istediğiniz gibi, sizin deyiminizle "olduğunuz gibi" kabul etmiştir.
Ama aslında öyle değil.
Size olduğunuzdan çok daha fazla değer verilmiştir de, siz bunun hakkınız olduğunu sanırsınız; hakkınız olmadığını ömrünüz boyunca farkedemezsiniz.

Ama siz, eğer doğu karakterinde bir insansanız, batı toplumunda her zaman sömürülürsünüz.
Kanınızın son damlasına kadar emilirsiniz.


Sonuç:

"Köylü, milletin efendisidir" tabelası köylüye taşıttırılır.

"Tarlada rençber, kışlada asker, nöbet de bekler, aslan Mehmetçik" askere gitmiş, diğerleri (Mehmet Beyler) paralı 28 gün askerlik yapıp tamamlarken, Mehmetçik ya kolu/bacağı koprak "Gazi" olur, ya da daha şanslı ise "Şehit" düşer.
(İrticacı anası-bacısı-karısı-kızı-ninesi orduevlerine alınmaz, o ayrı).

"Yeni nesiller, sizlerin eseriniz olacaktır" denilen öğretmenler, çarşıda pazarda yazın karpuz, kışın limon satmaya mahkum edilir. Yetmez, kredi kartı borcunu ödeyemeyince hacizle yakın takibe alınır. Eğer bu da onların hakkından gelemediyse, emekli kuyruklarında, o da yetmediyse banka memurunun hakaretleri ile basit bir kalp krizi ile icabına bakılır.

"Mülkün temeli" adalet sistemi, "cüzdanı ile vicdanı" arasına sıkıştırılır.

...

İyi niyetli iyi adamlar, tek tek meydanı terketmekte, kötü niyetli kötü adamlar daha bir kuvvetlenmekte, palazlanmakta...

İyi yazılım geliştirmek, gerçekten zordur.
Sağlam bir örgütsel yapı ister.
İyi bir bilgi ve beceri birikimi ve donanımı gerektirir.
Kuvvetli bir sermaye yapısı gerektirir.
Ama ilk önce, iyi niyet ister.

Biz, tatlı su (akarsu) ile tuzlu suyun (okyanus) karıştığı bir yerde yaşıyoruz.

Unutmadan,
kapitalist ekonominin -teori değil- her zaman geçerli bir kuralı vardır:

"Kötü para, iyi parayı, piyasadan kovar."
0
auselen
Olayın böyle bir yanıda var; http://en.wikipedia.org/wiki/Worse_is_Better
Görüş belirtmek için giriş yapın...

İlgili Yazılar

Özgürlük hakkında...

pismikrop

Dün yaşadığım bir olay internet ve lisans özgürlükleri hakkında aklıma ciddi şüpheler getirdi. Dünyaca ünlü günlük yazılımı b2evolution'a birisi kürdistan bayrağı açıp, Türkiye'nin yarısından fazlasını içerisine alan Kürdistan haritası gösterdi.

Ben elimden geldiğince böyle bir ajitasyona kanmamaları gerektiğini söyledim. Ama nafile! Hesabımın kapatılacağını söylediler. Şimdi tüm fazlamesai.net okuyucularına soruyorum: Sizin yaptığınız özgür bir yazılıma birisi Türkiye'nin yarısını içerisine alan (?) Kürdistan yerelini koymasını isterse kabul eder misiniz?

Özgürlük bir terörist devletin eylemlerine yardım edecek kadar ileri gider mi?

Bilen de bilişiyor bilmeyen de !

sundance

Bu sabah Yeni Şafak gazetesinin Bilişim bölümünde TÜBİTAK'a "CD'den çalışan yazılım"la övünmek yakışmaz! başlıklı bir makale okudum.

Açıkcası makaleyi okumanıza bile gerek yok, başlık makalenin yazarının temel derdini ortaya koyuyor. Uludağ ekibinin üstünde çalıştığının bir Live CD olmadığını mı anlatmak lazım, yoksa Live CD'nin bir ekstra olduğunu, LiveCD olan bir sistemi (birçok durumda) sadece dosyaları kopyalamakla bile harddisk üzerine kurabileceğinizi mi, yoksa "Alın işte bu işle uğraşan münafıklar bunlar" modunda bir içeriğin altına ekibin fotoğrafını koymaktaki yaklaşımın yanlışlığını mı? Ben bilemedim.

Ama Pardus hakkında en ufak bir heyecan bile duymadan söyleye söyleye bunu söyleyebilmek ya vicdansızlıktır, ya da birileri yazdıkları yazılar karşılığı barter yapmanın yöntemini bulmuş ;)

Bira göbek yapmıyor!

sundance

Register.com'un haberine göre, bira göbek yapmıyor! Bira, şarap, süt ve portakal suyunun karşılaştırmaları sırasıyla % 41 - 77- 64 ve 42 oranlarında kalori içerdiklerini belirlenmiş.

Öte yandan, bira ile birlikte kebap yemenin, özellikle de döner kebabın (aynen böyle yazıyor) ve körili sosların, kilo almaya yol açtığı ama öte yandan bunların da kelliği azalttığı ve Duracellvari bir performans artışına yol açtığı da belirtiliyor.
Yok abi ben bira içmiyorum artık, göbek yapıyor diyip ülkemizdeki IT sektörünün gelişmesinin önünü tıkayanlara önemle duyrulur ;)

KDE 3.2 ``Stable´´ Sürüm Hazır

kaankaisen

Uzun süredir beklenen, üzerinde oldukça fazla çalışılan ve beta sürümleri çeşitli dağıtımları süsleyen KDE 3.2 stabil sürüm sonunda indirilmeye hazır: http://www.kde.org

Başarılı bir açık kod programcısının maddi durumu

FZ

"I didn't have the money to buy a new laptop"
Yukarıdaki cümle genç bir çocuğa ait değil. Yukarıdaki cümle genç bir üniversite öğrencisine de ait değil. Yukarıdaki cümle sıradan bir programcıya ait değil. Yukarıdaki cümle başarısız ya da meşhur olmayan bir programcıya da ait değil.

Cümle, yaklaşık 15 yıl önce Perl programlama dilini yaratan karizmatik programcı ve dilbilimci Larry Wall´a ait. Bu programcının geliştirdiği Perl programlama dili sözlük hazırlama esnasında yine bu programlama dilinden faydalanan Oxford resmi İngilizce sözlüğe girdi. Onbinlerce sistem yönetim yazılımında kullanıldı. Yüzbinlerce web sitesi Perl kullanarak iş güç yaptı ve yapmaya devam ediyor. Perl son zamanlarda moleküler biyoloji alanında veri işleme için de kullanılıyor. Söz konusu adam işte bu dili geliştirmiş ve Linus Torvalds henüz lisede okurken insanlık kültürüne armağan etmiş olan adam. Bu adam şimdi yeni bir efsaneye, Perl 6´ya imza atmaya çalışıyor. Geliştirdiği Perl açık kodlu, karşılığında 5 kuruş istenmiyor ve aklınıza gelen hemen her işletim sisteminde çalışıyor. Böyle bir adamdan bahsediyoruz yani.

Bu adam, yeni bir dizüstü bilgisayar alacak kadar parası olmadığını söylüyor.

Şaşırdım mı? Evet. Şaşırdım mı? Hayır.

Larry Wall, efsanevi State of The Onion sunularının sonuncusunda, 4. sayfada bu yazının açılış cümlesini sarf ediyor.

Ne dersiniz? Sizce bu adam zor durumda mı? ;-)

Hani gündemdeki popüler konulardandır, "ya hoca biz şimdi bu kodları açarsak aç kalmaz mıyız yaa?" falan denir. Bunu diyenler muhtemelen Larry Wall kadar çok ve kaliteli kod üretmemişlerdir. Acaba diyorum şimdi Larry Wall gerçekten de acınası durumda mı? Başka bir perspektif: Daha çok kazanmak varken neden daha az kazanalım? Sahi, Larry Wall, bir dönem NASA için çalışmak dururken acaba daha bol paralı bir işe mi girseydi? Aklıma Once Upon A Time In China filmindeki bir sahne geliyor. Yağmurlu bir ortamda canını dişine takarak gösteri yapan ve sonra yere atılan paraları toplayan bir kung-fu, demir gömlek ustası. Bir süre sonra aynı usta çetin bir kavgada kılıçlı bir adamı silah kullanmadan yendikten sonra bir genç yanına gelip "usta bana da öğret, zor durumdayım, bana saldırıyorlar, artık para bile kazanamıyorum," der. Usta önce biraz ilerideki lokantadaki lezzetli yemeklere yutkunarak bakar, acı acı gülümseyip cevap verir: "Kung-fu ustası olsan ne olur ki, ben de pek para kazanamıyorum".

Sanırım en temel kavramların yeniden düşünülmeye ve irdelenmeye ihtiyacı var; sanırım felsefeye keyfi yerinde, sadece entelektüel olarak huzursuz olan insanların değil asıl ciddi anlamda zor durumda olan insanların ve belki de en çok gençlerin ihtiyacı var. Sanırım büyük adamlar küçük adamların bazı temel kavramları yeniden düşünmelerini istemiyor. Sanırım bu isteklerini gerçekleştirmeleri sahip oldukları muhteşem güce rağmen yine de kolay olmayacak. Ne dersiniz? Şimdi biz bu kodları kapayıp da mı saklasak yoksa açıp da mı saklasak? ;-)