George Monbiot: İklim Değişiklikleri ve Küresel Yoksulluk Üstüne

0
FZ
Gazeteci, yazar, akademisyen, çevreci ve politik eylemci George Monbiot, 2005 yılının Şubat ayında, University College London'da bir konuşma gerçekleştirmiş. 100 yıl içinde olası iklim değişiklikleri ve küresel yoksulluk gibi ağır konular üstüne eğlenceli, zeki ve vurucu üslubu ile konuşan Monbiot'un konuşmasını Ömer Madra Türkçeye çevirmiş.

Konuşmanın tam metni aşağıdadır.
İklim değişikliği meselesini ciddiye alan ve iklim değişikliğini durdurmak için kampanyaya girişmeyi ciddiye alan bizler gibi insanların göğüslemek zorunda olduğu iki önemli sorun var.

Bunlardan birincisi şu: Hiç olmazsa tarihi açıdan söyleyebiliriz ki, tutumlu olmak, yani azla yetinmek konusunda şimdiye kadar sokaklara dökülmüş, isyan etmiş hiç kimse yoktur. Geçmişte insanların sokağa dökülmesi, daha fazla şey tüketmek için olmuştur, daha az tüketmek için değil.

İkinci sorunsa şu: Gezegenin ayakta kalması ile güzel yeni bir sofra takımı arasında bir seçim yapmak zorunda kalındığında insanların çoğunun sofra takımını seçecek olması.

Şimdi, bunun sebepleri de tümüyle haysiyetsizlikten kaynaklanmıyor doğrusu. Birinci sebep, tabii ki, içgüdülerimiz. İnsanlar çevrelerinin iyi şeylerle dolup taşmasını isterler. Kendilerini açlıkla yüz yüze bırakmayacak şeyler, başlarının üstünde bir çatı bulunmasını garanti edecek şeyler, bunun gibi şeyler işte... Ve, işte o içgüdü maddi kaynakları kapıp götürme arzusuna sürükler bizi.

İkinci sebep de şu: Zengin dünyada yaşayan insanların çoğu, yakın zaman öncesine kadar -son yirmi beş-otuz yılda ya da geçen yüzyılda- bizim bugün aşırı yoksulluk diye adlandıracağımız durumdan çıktı. Ve insanlar iklim değişikliğine ya da diğer çevre yıkım biçimlerine karşı girişilen kampanyaları, kendilerini o kötü günlere, nineleriyle dedelerinin ıstırap çektiği günlere geri götürecek tehlikeli bir şey olarak görüyorlar. Gerçekten de, hepimiz daha az tüketmek zorundayız dediğimiz zaman, bunun bir tehdit olarak algılanması mümkün.

Artık öğrenmiş olduğumuz bir şey de, yoksulluğun, ya da yoksulluğun en temel sebeplerinden birinin hem şimdi, hem de özellikle gelecekte, iklim değişikliği olduğu. Björn Lomborg ya da onu göklere çıkaran türde insanlar karşımıza iki seçenek çıkardıklarında, "ya o, ya o" dediklerinde, yani yapmamız gereken tek şeyin küresel yoksulluk sorununu çözmekle küresel iklim değişikliği sorununu çözmek arasında bir seçim yapmaktan ibaret olduğunu söylediklerinde, müthiş yanılıyorlar. Küresel iklim değişikliği sorunuyla yüzleşmeden küresel yoksulluk sorununa çözüm bulmak imkânsızdır. Ama, "ya o, ya o" görüşü son derece kullanışlı bir argüman. Kullanışlı çünkü, Lomborg aslında iklim değişikliğinin gerçekleşmekte olduğunu inkâr etmek zorunda değil. Ama aynı zamanda, iklim değişikliğinin gerçekleşmekte olduğunu inkâr etme umudunu taşımak isteyen bütün o insanlardan muazzam destek ve övgü alabiliyor. Dolayısıyla ne oluyor? Lomborg ve takipçileri kendilerini, insan hayatına bir fiyat biçmek gibi saçma bir durumda buluyorlar. Diyorlar ki: �İklim değişikliği söylendiği gibi ilerlerse, bu yüzyıl içinde bunun bize maliyeti 5 trilyon doları bulacaktır. Ve, gerçekten de iklim değişikliği ile uğraşacak yerde biz bu 5 trilyon doları yoksullukla mücadele için harcayacak olursak, çok daha vurucu bir etki yaratmış oluruz.

Şimdi bakın, iklim değişikliğinin doğrusal olmayan bir sistem olduğu biliniyor, o zaman iklim değişikliğinin vurucu etkisine tek bir fiyat biçmek, bilimsel bir saçmalıktan ibarettir. Bunun bilimsel bir saçma olduğu apaçık. ExxonMobil temsilcileri gibi insanların talepleri karşısında gözleri kamaşmayan her insan, bunun bilimsel bir saçmalık olduğunu görür. Ve eğer, şimdi Exeter Üniversitesi'nin raporundan öğrendiğimize göre, iklim değişikliği bu yüzyılın ortasına kadar 5 buçuk milyar insanı açlık tehlikesiyle yüzyüze bırakacaksa, o zaman 5 trilyon doların bununla kıyaslandığında ne değeri olabilir ki? Herhangi bir insanın hayatı ile karşılaştırıldığında 5 trilyon dolar nedir ki? ... Bunu önlemek için bu parayı harcayabilecek durumumuz varsa, bunu önlemek için bu parayı harcamak zorundayız demektir.

İnsanların iklim değişikliği meselesiyle uğraşmaktan kaçınma eğilimi göstermelerinin üçüncü sebebi de başka bir duyguyla ilgili. Sanırım bunu "doyuma ulaşma" ya da "tatmin edilmiş açgözlülük" diye nitelendirebiliriz. Bu, insanın içini ısıtan, sıcacık bir duygu: Bu değerli kaynakları bir kez avucunuzun içine aldığınızda bir daha vazgeçememe duygusu... zamanla hepimizin yaşadığı bir duygu. Doğrusu, ben de zaman zaman buna düştüğümü inkâr etmeyeceğim. Valla, her şeyden önce keyif verici bir madde kullanmak, ya da sarhoş olmak gibi bir şey... Bu hal hiç bitmesin, hep sürsün istiyorsunuz... Ama, aynı zamanda insanı siyasal pasifliğe de itiyor: Emperyal savaşların sil baştan yeniden başlamasına ve kısmen de bu ülkenin öncülüğünde yürütülmesine � rağmen bizim Britanya'da bunun karşısında inanılmaz derecede pasif kalmış olmamızın sebeplerinden biri,ekonomik büyüme konusunda birbirini izleyen 50 çeyreği devirmiş olmamız. Eh, insanları atalete ve pasifliğe iten daha iyi bir sebep bulunamaz. Tabii biz de buna sıkı sıkı sarılmak istiyoruz. Buna sarılmak istediğimiz gayet açık. Ve, aslına bakarsanız, seçmenine "Biz ekonomik büyüme stratejisini bırakıyoruz, onun yerine ekonomik küçülmeyi hedefliyoruz," diyen bir hükümetin, hükümet görevini pek uzun süre yürütebileceğini de kimse söyleyemez doğrusu.

Dördüncü sebep ise, bütün ötekilerden daha büyük önem taşıyor. O da şu: Biz normal olarak iklim değişikliği sorunu ile baş etmek için gereken manevi ve ahlaki donanıma sahip değiliz. İklim değişikliğinin bizi kendisiyle yüzleşmeye zorlayan manevi iklimi, geçmişte benimsemiş olduğumuz ahlâki ve manevî yapı ile birçok bakımdan taban tabana zıt. Meselâ, New York'ta bulunan en yakın arkadaşınızın düğününe gitmemek ahlâka ve edebe aykırı olur. Ama şimdi New York'ta bulunan en yakın arkadaşınızın düğününe gitmek de ahlâka ve edebe aykırı. Kadınlar sokaklarda, caddelerde cinsel tecavüze ve tacize uğramasın diye iyice aydınlatılmış sokaklara sahip olmak, ahlâka ve edebe uygundur. Ama bu ışıklandırma ve aydınlatma fosil yakıtlar sayesinde yapılabiliyorsa ancak, iyice aydınlatılmış sokaklar ve caddeler de ahlâka aykırıdır. Gördüğünüz gibi, iklim değişikliği konusu bizleri kitleler halinde moral bir bozguna ve şaşkınlığa uğratıyor. Aramızda bu meseleyle yoğun bir şekilde uğraşan, gecelerini gündüzlerine katarak buna çözüm bulmaya çalışanlar var, ve bu mesele onlar için bile hiç kolay değil.

Size kendi hayatımdan bir örnek vereyim: Birkaç yıl önce son derece aşırı ve sonradan büyük tartışmalara yol açan bir demeç vermiştim. Demiştim ki: "İnsan refahı üzerindeki objektif etkileri açısından, Atlantik üzerinde uçmak çocuklara cinsel tacizde bulunmaktan daha kötüdür. Çünkü, Atlantik üzerindeki bu uçuşun kaç insanın hayatı üzerinde derinlemesine bir etki yaratacağını düşündüğümüzde, çocuklara cinsel tacizde bulunmanın çocuklar üzerinde yaratacağı korkunç yıkımdan çok daha büyük bir yıkıma, çok daha fazla insanın hayatının sönmesine yol açacağını görürüz."

Tabii, benim söylediğim pek çok laf gibi bu sözlerim de büyük bir tartışma yarattı. Şimdi, ben bu satırları yazdıktan sonra da Atlantik üzerinde uçan uçaklara bindim. Daha beter şeyler de yaptım... Tabii ki kendimi berbat hissediyorum bu konuda. Günah çıkartmak için Rising Tide (Yükselen Sular) adlı sivil toplum örgütüne para filan yolladım. Ama sökmüyor tabii aslında. Bu benim kendimi daha iyi hissetmek giriştiğim zavallı bir çabadan ibaretti. Ama, gene de, bir çocuğa cinsel tacizde bulunmuş olsaydım duyacağım feci hissin yarısı kadar bile değildi.

Yani, ahlâken daha büyük olan günah karşısında insan, kendini ahlâken daha az kötü hissediyor; daha küçük günahı işlemiş olmak, daha kötü vicdan azabı yaratıyor. Bence bunun altında yatan birkaç sebep var; ama önde gelen sebep şu: Biz, hem mekân, hem zaman, hem de niyet bakımından, eylemlerimizin yarattığı sonuçlardan kopmuş durumdayız. Bu adeta kavranamaz bir mesafe. Yani, bir kitap basıyorum ve bu eylemim, Bangladeş'in seller altında kalmasına yol açıyor, bunu kavramak çok çok zor. Bugün ışıkları yakıyorum ve bu, otuz yıl sonra Afrika�da kuraklık felaketine sebep oluyor... Buna aklın yatması o kadar güç ki! Benim Banladeş'i seller altında bırakmak filan gibi bir niyetim yok. Afrika�nın kuraklıktan kavrulmasını hiçbirimiz istemeyiz elbette. Dolayısıyla, bu durumda insanlığa karşı suçlar işlemekte olduğumuzu kavramak büsbütün imkânsız hale geliyor. Bu, şu demek çünkü: Dünyanın en iyi huylu, en yumuşak, en masum ve dürüst insanları fosil yakıtları tüketmekten sorumlu ve buna imkânları var böylelikle rutin olarak her gün, her saat, her dakika insanlığa karşı suç işleme durumundalar! Buna insanın aklını yatırması öylesine güç ki...

Karşı karşıya bulunduğumuz en büyük sorun da bu işte. Ya da, konuşmanın başında sözünü ettiğim iki sorunun en önemli sebebi bu. Bu yüzden de, bununla baş etmek ya da yüzleşmek yerine, �iyi haber�e uzaktan yakından benzeyen en küçük şeye bile deli gibi tutunmaya çalışıyoruz.

İklim değişikliği gerçeğine karşı çıkanların medyada kendilerine bu kadar geniş yer bulmalarının sebebi de medyanın dolar mültimilyonerleri için daha iyi bir dünya isteyen dolar mültimilyonerleri tarafından kontrol edilmesi değil sadece. Bunun belli başlı sebeplerden biri olmasına rağmen, sadece bundan değil tabii. Aynı zamanda, biz bu adamlara inanmak istiyoruz da ondan. İklim değişikliği şüphecileri diye adlandırılan bu adamlar ne kadar çatlak görünürlerse görünsünler, onlara inanmak için yanıp tutuşuyoruz. Ve Allahım, bilim ayaklarının altından kaydıkça onlar her dakika biraz daha çatlak hale geliyorlar!

Bir-iki örnek vereyim: Geçen yıl The Spectator gazetesi, küresel ısınmaya kafayı takmamıza gerek olmadığını yazdı. Neden? Çünkü, 1970'lerde de bilim insanları bir buz çağına gireceğimizi yazmışlardı. Dolayısıyla, bu öngörü doğru çıkmadığına göre, küresel ısınma öngörüsü de doğru çıkmayacaktı. Bakın, bu şunu söylemeye benziyor biraz: Jean-Baptiste Lamarck, bir zamanlar bir evrim kuramı ortaya atmış ve bu teori zamanında epey destekçi bulmuştu ama sonradan bunun doğru olmadığı ortaya çıktı. E, öyleyse, Charles Darwin'in evrim kuramı da yanlış olmalı. Spectator bilimin nasıl çalıştığı hakkında en küçük bir fikre sahip olsaydı, bir kuramın, bir hipotezin yanlışlanması üzerine bir başkasının üzerinde çalışıldığını ve bu durumunsa bilimin reddi için değil, asıl bilimin güvenilirliği için bir sebep oluşturduğunu görürdü. Spectator da Express ya da Daily Mail gazeteleri gibi bilim dâhileri ile tıka basa dolmuş durumda. Mesela, Express'te yazan Peter Hitchens'a bir göz atalım. Hitchens, şu harika cümleyle karşımıza çıktı: Sera gazı etkisi � bakın küresel ısınma bile demiyor, sera gazı etkisi diye bir şey muhtemelen hiç yok! Buna ilişkin hiç kanıt bulunamamış. Eh, bu durumda Profesör Hitchens iklimimizin ayın ikliminden neden farklı olduğunu da bize bir zahmet izah ediverseydi bari. Şimdi bakın, sera gazı etkisi, yani atmosferdeki gazların sıcaklığı hapsetme özelliğine sahip oldukları gerçeği, daha 19. yüzyıl ortalarında tespit edilmişti. Hitchens bunun bilimsel bir gerçek olarak neden kamuoyuna açıklanmadığını bir komplo teorisi ile izah ediyor. Bu olguyu oracıkta kafasından uydurduğundan başka bir izah tarzıyla tabii. Efendim, bunun halka açıklanmamasının ardında yatan gerçek sebep, yeşillerin, küreselleşme karşıtlarının ve Amerika�dan nefret eden insanların bir komplosu sonucu, sera gazı etkisi olmadığının ve aslında bizim tıpkı ayınki gibi bir iklime sahip olduğumuzun halktan gizlenmesi arzusu oluyor. Ama şunu büyük bir üzüntüyle söylemeliyim ki, aslında en tehlikeli olan insanlar işte bu iklim değişikliği şüphecileri denen kişiler. Keşke ben de önlerine gelen iddialar hakkında bu kadar kuşku duyan insanlarınki gibi biraz daha şüpheci olabilseydim. Mesela botanikçi ve eski çevreci David Bellamy kadar. Ve bunu büyük bir hüzünle söylüyorum, çünkü ben bu adama büyük saygı duyuyordum bir zamanlar. Size Bellamy�nin geçen yıl Dail Mail gazetesine yazdığı bir makaleden birkaç satır okuyayım müsaade ederseniz: Yazının Başlığı: "Küresel Isınma Bir Yığın Safsata". Bu makalenin Nature dergisi tarafından geri çevrildiğini de söylemeliyim. Şu cümleyle başlıyor: "Yaşasın Küresel Isınma. Ben de, birçok meslektaşım da böyle diyoruz. İklim değişikliği tamamiyle doğal bir olgudur, fosil yakıtların yakılmasıyla da hiçbir ilgisi yoktur. Fosil yakıtların yakılmasıyla küresel ısınma arasındaki bağlantı, hikâyedir." Bunları yazan, David Bellamy, bir zamanların çevrecisi.

Bu insanlar, Hitler'in Almanya'yı yeniden silahlandırıp dünya hakimiyeti peşinde koştuğunun doğru olmadığı konusunda ısrar edenler kadar kör ve tehlikeli. Ne var ki, onların televizyonda neredeyse her hafta "Today" programında arz-ı endam ettiklerini görüyoruz. ExxonMobil şirketi tarafından fonlanan Ekonomik İşler Enstitüsü�nü temsil eden şu moron Julian Morris, televizyonda Today programına çıktı ve iklim değişikliği sonucunda Üçüncü Dünya�da tek bir kişinin bile ölmediğini söyledi! (Tabii, Today programında Exxon fonlamasından bahsedildiğini filan duymadık.)

Bu adam birkaç bin ya da birkaç on bin kişinin ölmüş olabileceğinden bahsetmiyor � Tek kişi bile ölmedi diyor!.. Yani, iklim değişikliği yüzünden hiç sel olmadı, hiç kuraklık olmadı, hiç bir hastalık çıkmadı ve etrafa yayılmadı, hiçbir yerde sular yükselmedi ve hiçbir sorun yaratmadı. Hindistan'da 2003'te sıcak dalgasından bir kişi bile hayatını kaybetmedi... Tabii, yirmi beş otuz bin kişi gitti o sıcaklarda ama onlar ne de olsa esmer tenli ve alt tarafı Hindistan'da yaşayan insanlar. Yani hiç kimse sayılırlar... Ve, işte bu sözleri sarf eden adamlar da durmadan televizyonlara çıkarılıyor hâlâ. Ve, biliyor musunuz, herbirimizin içinde, bu adamların söylediklerine inanmak isteyen bir taraf var maalesef.

Sonuç olarak, önümüzde üç büyük görev var gibi geliyor bana: Birincisi, iklim değişikliğini sürekli olarak insanların zihninde ön planda tutmak... Irak savaşı öncesinde yapılan kampanya türünden bir kampanyayı sürekli ayakta tutmak... Ama, birkaç ay süreyle değil, daimi olarak... İnsanlara bunun hayatın normal akışı içinde yer alan sıradan bir sorun olmadığını açıklamak... Bunun genelleştirilmiş bir kriz olmadığını, varoluşumuza ilişkin bir felaket olduğunu açıklamak. Bunun, dâr-ı dünyadaki mekânımızı tehdit ettiğini açıklamak.

İkincisi, ortada bir sorun falan olmadığını söyleyen, bunu inkâr eden insanları sürekli olarak teşhir etmek ve onlara sürekli olarak karşı çıkmak... Onların iddialarını bilimin şimdi bize söylediklerinin ışığında çürütmek... Ayrıca bu insanların hangi fonlardan beslendiğini araştırıp bunları ortaya çıkarmak... Ve bu insanların karşısına her an bilimsel görüşlerle çıkmak.

Ve üçüncü görev. Elbette, hepsinden çok daha büyük ve zorlu olanı. Bu da, hayatlarımızı yöneten ahlâkî pusulayı yeniden ayarlamak. Evet, ilk bakışta, imkânsız gibi görünen bir iş bu. Ama daha önce yapıldı. Aslına bakarsanız, birkaç defa yapıldı. Size bir tek örnek vereyim: Bir zamanlar insanlar gene görünüşte dünyanın en masum arzusunun peşinde koşmaktaydılar: Şeker yemekten daha masumane bir şey olabilir mi? 18. yüzyılda şeker yemek, dünyada yapılacak işlerin en masum olanı gibi görünüyordu. Çocuklar şekere bayılır. Herkes şekere bayılır. Tatlı seven, masum insanlar... Şeker yemek istiyorlardı. Ve, bu insanlara şeker yemelerinin ancak kölelerin şeker üretmesi sayesinde olabildiğini anlatabilmek ve onları buna ikna edebilmek için uzun, sürekli ve güçlü bir kampanya yapmak gerekti. İnsanları, köleliğin kaldırılması halinde şeker fiyatlarının yükseleceğine, ama buna rağmen köleliğin gene de kaldırılması gerektiğine ikna etmek için büyük bir kampanya yürütülmeliydi ve yürütüldü de. Eh, insanların imparatorluğun sonuç ve etkilerine, tüketimin ta uzaklardaki etkilerine karşı duyarlı olmadığı o dönemde bu kampanya başarılı olabildiyse, bugünkü kampanyamızın başarıya ulaşmaması için de hiçbir sebep yok demektir.

Ama, bunu hükümetimiz yapmayacak. Oralarda bir yerde belli belirsiz, şekilsiz bir insan kitlesi de yapmayacak. Bunu, siz yapacaksınız.

Şimdi sokağa çıkın ve tutumlu olmak, azla yetinmek için isyan edin.

Teşekkür ederim.

Görüşler

0
FZ
Aklıma Dostoyevski'nin "her insan herkes karşısında her şeyden sorumludur" sözü geldi...
0
azertet
bu sabahki programda ömer madra da aynı sözü söyledi :)
0
pirx
çok iyiymiş gerçekten, benzer konularda başka makaleler hangi sitelerde bulunabilir? mümkünse türkçe olanları.
0
azertet
türkçe olanlar için açık radyo'nun sitesine[1] bakabilirsiniz, arada sırada yazılar çevirip koyuyorlar. bunun dışında açık radyo'da sabah 8:00'dan 10:00'a kadar süren Ömer Madra ve Avi Haligua'nın sunduğu Açık Gazete programına bir dinleyin derim. gündemdeki konular ve gündeme alınmayan ama aslında önemli olan konuları işliyorlar. özellikle yabancı haber kaynaklarından da haber iletmeleri çok faydalı oluyor. saat 9'dan sonra da hergün program içinde alanında uzman bir insanla gündemi konuştukları ayrı bir köşeleri oluyor(pazartesi Ali Bilge, Salı Ahmet İnsel, Çarşamba Cengiz Aktar, vs). bir de şunu eklemek istiyorum, Açık Gazete Türkiye medyasında hiç konuşulmayan ve önemsenmeyen konuları konuşulması gereken zamanda konuşmaya başlıyor, Irak işgali de buna bir örnek. Irak işgali başlamadan 1 yada 2 yıl önceden Açık Gazete bush yönetiminin amaçlarıyla ilgili medyada çıkan çeşitli yazılara yer vermeye başlamıştı. bağımsız bir habercilik örneğidir kendileri. [1]www.acikradyo.com.tr
0
anonim
Yazarın dili gerçekten vurucu, olaya farklı bir bakış açısından bakabilmiş. Ancak bence onun da düşüncelerinde boşluklar var. Örneğin yazısına şu cümle ile başlamış:

Bunlardan birincisi şu: Hiç olmazsa tarihi açıdan söyleyebiliriz ki, tutumlu olmak, yani azla yetinmek konusunda şimdiye kadar sokaklara dökülmüş, isyan etmiş hiç kimse yoktur. Geçmişte insanların sokağa dökülmesi, daha fazla şey tüketmek için olmuştur, daha az tüketmek için değil.


Sonrasında, kendisinin bile bunu uygulayamadığını espriye vurarak anlatmış. Ancak, yazısını bitirirken, bütün sorunun tek çözümünü, tutumlu olabilmeye bağlamış, haydi yürüyün isyan edelim demiş.

Bence, bu yöntem hiçbir işe yaramaz. Yazarın kendisinin de söylediği gibi, insanlık tarihinde benzeri olmayan bir durumdur bu. İnsanları, ortalıkta gözle görünür, elle tutulur, en önemlisi kendi hayatlarına direk etki eden ve süreklilik arz eden bir etki olmadıkça harakete geçiremezsiniz. Bir insanın davranışlarını, bak böyle devam edersen 30 sene sonra küresel ısınmadan aç kalacaksın diyerek değiştiremezsiniz. Onu bırakın, 20 yaşında sigara içen birini düşünün, risk altındaki direk kendisi olmasına rağmen, bak evladım 50 yaşına geldiğinde damarların tıkanacak, ciğerlerin yıpranmış olacak diyerek onu ne kadar ikna edebileceğinizi düşünüyorsunuz ?

Kölelikle ilgili örneğin de yanlış ve biraz ironik olduğunu düşünüyorum. Köleliğin kaldırılması gerçekten aristokratların çocuklarına şeker almaktan ödün verip, kölelere acıyıp onları azat etmeleri sonucu mu olmuştur ? Yoksa endüstri devrimi ile üretim yöntemleri değişmiş ve yeni üretim yöntemlerinin farklı yapıda işçi kaynağına ihtiyaç duymasından ötürü mü kölelik sistemi miladını doldurmuştur ? Kölelik insanların şeker tüketimini kendi iradeleriyle azaltması sonucu barışçıl bir şekilde mi ortadan kalkmış, yoksa ABD'yi endüstrileşen kuzey ve endüstrileşmeye direnip kölelerin üretimine dayanan sistemi savunan güney olarak ikiye böldükten ve binlerce kişi canından olduktan sonra mı ortadan kalkmış ?İronik olan, yazarın verdiği kölelik örneğinde, köleliğin ortadan kaldırılmasında başrol oynayan endüstri devriminin, bugünkü küresel ısınma probleminde de başrolde olması.

Küresel ısınmanın çözümü, bugünkü enerji üretimini ellerinde tutan üreticilerin üzerinde, yaşadığımız ortama zarar vermeyen farklı enerji kaynaklarının üretiminin ar-ge'sinin yapılması ve hayata geçirilmesi konusunda baskı yaratılmasından geçiyor. Bunun önünde çok basit bir engel var, mevcut üreticiler, elde ettikleri tatlı kardan vazgeçmek, mevcut kaynakların daha fazla üretimine yatırım yapmak varken, geleceği belirsiz başka kaynaklara yatırım yapmak istemeyeceklerdir. Bu durumda, yeni teknolojilere, yeni üretim kaynaklarına yatırım yapacak başka girişimciler ortaya çıkacak, yeni, daha temiz, daha ucuz kaynaklar geliştirildiğinde, büyük üreticiler de bu yeni alanlara yatırım yapma zorunluluğu duyacaktır.

İnsanların daha temiz kaynakları kullanma isteği, ancak yumurta kapıya dayandığında, küresel ısınma kendi hayatlarını birebir etkilediğinde ortaya çıkacaktır. Bu talebin daha önce mi oluşmasını istiyorsunuz ? İnsanlara mevcut fosil yakıtlardan daha ucuz, daha verimli ve daha temiz enerji kaynaklarını sunmaya başlayın, gerisinin çorap söküğü gibi geldiğini göreceksiniz.

Bu çok mu kolay. Hayır, bu işe girecek insanlar ya da kurumlar, dünya üzerinde kurulu büyük çıkarları tehdit edeceklerinden, yaşam tehlikesi bile taşıyabilirler. Ancak şu bir gerçek, böyle bir değişim, insanları görmedikleri ve on yıllar sonra karşılacakları bir tehlikeye karşı tutumlu olmaya teşvik etmekten çok daha kalıcı ve gerçekçi bir yöntem.
0
loker
İnsanların daha temiz kaynakları kullanma isteği, ancak yumurta kapıya dayandığında, küresel ısınma kendi hayatlarını birebir etkilediğinde ortaya çıkacaktır. Bu talebin daha önce mi oluşmasını istiyorsunuz ? İnsanlara mevcut fosil yakıtlardan daha ucuz, daha verimli ve daha temiz enerji kaynaklarını sunmaya başlayın, gerisinin çorap söküğü gibi geldiğini göreceksiniz.

Buradaki problemler arasında yazıda konu edilmese de, yenilenebilir enerji kaynaklarıyla ilgili gelişmelerin de bizzat petrol şirketleri tarafından yönlendirilmesi var... Güneş enerjisi ile ilgili bir çok mühendislik buluşu BP tarafından patentlendi örneğin... Böylece hava dönüp güneşten esince yel, BP var olmaya devam edebilecek, ama paşaların keyfi oluncaya kadar biz o konulardaki gelişmelerle ilgili söz sahibi olamayacağız...

0
Anduril
Güzel bir yazı, paylaştığınız için teşekkürler. Sadece yazarın kendisinin bile yapamadığı birşeyi insanlara yapın demesi ve bunun üzerine bu kadar çene patlatması saçma. Düşünsenize ben sigara içiyorum arkadaşa "sigara içme çok zararlı" diyorum. E o zaman ben niye içiyorum ki?! Demek ki düşüncelerimiz nefsimizi aşmalı. Yoksa anlatırsın ama etkili olamazsın. Aynen bu yazıdaki gibi.
Görüş belirtmek için giriş yapın...

İlgili Yazılar

Bilen de bilişiyor bilmeyen de !

sundance

Bu sabah Yeni Şafak gazetesinin Bilişim bölümünde TÜBİTAK'a "CD'den çalışan yazılım"la övünmek yakışmaz! başlıklı bir makale okudum.

Açıkcası makaleyi okumanıza bile gerek yok, başlık makalenin yazarının temel derdini ortaya koyuyor. Uludağ ekibinin üstünde çalıştığının bir Live CD olmadığını mı anlatmak lazım, yoksa Live CD'nin bir ekstra olduğunu, LiveCD olan bir sistemi (birçok durumda) sadece dosyaları kopyalamakla bile harddisk üzerine kurabileceğinizi mi, yoksa "Alın işte bu işle uğraşan münafıklar bunlar" modunda bir içeriğin altına ekibin fotoğrafını koymaktaki yaklaşımın yanlışlığını mı? Ben bilemedim.

Ama Pardus hakkında en ufak bir heyecan bile duymadan söyleye söyleye bunu söyleyebilmek ya vicdansızlıktır, ya da birileri yazdıkları yazılar karşılığı barter yapmanın yöntemini bulmuş ;)

Mc Donald`s gibisi yok! (Yorumsuz)

parsifal

Tarih:20 Eylül 2001 Perşembe 22:30, Yer:Odakule Mc Donald's

Önce sipariş vermek için 5 dakika bekledik. Daha sonra kasalarda kimse kalmayınca heralde kapanıyor diye düşündük. Çıkarken açık olduğunu öğrenip sipariş vermeye karar verdik.
"2 Big Mac Menü lütfen. Normal seçim."
"4.900.000 TL. Yanında ketçap, mayonez istermisiniz? 25.000 TL"(salak bir gülümseme ile)
"Siparişleri iptal edelim"...

An Gelir...

butch

fazlamesai.net'e soralım: Özgürlük mü, kaliteli yazılım mı?

FZ

Günlüğüme girmiştim ama FM camiası ile de paylaşmadan edemedim.

Bu aralar iki yazılım kurcalıyorum iş için: Confluence ve JIRA. Her ikisi de kapalı kodlu, kaliteli ticari lisanslı yazılımlar.

Fark ettim ki ticari bir yazılım olan JIRA'yı Apache Foundation da tercih ediyor ve yoğun olarak kullanıyor. Neden tercih ettiklerini burada açıklamış. Gelelim FM camiasına sormak istediğime:

Geocities tekrar yayında!

sundance

Aslında doğru ifade yayında değil de çevrim içinde olacaktı.

Bildiğiniz gibi geçen sene Geocities'in sahibi olan Yahoo, operasyonu durdurma kararı aldığından beri bu sitelere ulaşılamıyordu.

Çoğu bir hevesle hazırlanmış ve sonra tozlanmaya bırakılmış binlerce sitenin Internet tarihi için önemli bir belge niteliği taşıdığı ise su götürmez.

Eğer siz de böyle düşünüyorsanız, 652 GB'lık bir torrent indirmeye hazır olun; Geocities artık torrentte yaşıyor!