Kartezyen yani Dekart'çı bakış, küçük yaşlardan
başlayarak aldığımız örgün eğitim ve "yaşam" diye
adlandırılan yaygın eğitimle her yanımızı sarmış.
Ondan bağımsız olarak bakmamız zor görünüyor. Hatta bu
bakıştan ayrı bir bakış olabileceği de aklımıza
gelemiyor.
Peki nedir bu Dekart'çı bakış? Her şeyden kuşku
duymaktır ve her şeyden kuşku duyulduğunda bile, kuşku
duyan "şey"in varolması gerektiği için, (daha doğrusu,
Dekart, böyle düşündüğü için) Dekart, "düşünüyorum,
öyleyse varım" demiştir. Her şeyden kuşku duyulsa bile,
bu bakışa göre, bir benlik vardır ve bunun varlığı,
kuşkusuzdur. Aynı Dekart, sayfalar boyu lafı
dolandırır. Sonra bir bakarız ki, dış dünyanın
varlığını, emin olduğu Tanrı'nın varlığıyla
temellendirmiş. Sonra bu kişiye, "çağdaş düşüncenin
babası" diyorlar. Her neyse. Konumuza dönelim:
İnsanın içine döndüğünde, yalnızca kendisinin
deneyimlediğini düşündüğümüz birtakım öznel durumlar
var ve biz bunlara "düşünceler" diyoruz. Peki ama
düşündüğümüzü nereden biliyoruz? Düşündüğümüze emin
miyiz? Gerçekte, bu hiç de kesin bir bilgi değildir.
Sinirbilimsel yapımız, kendimizi düşünüyor sanmamıza
yolaçan bir yanılgı içeriyor olabilir. Diğer bir
deyişle, düşündüğümüzü sanırken, hiç de düşünmüyor
olabiliriz. Bu, "panik atak" örneklerine benziyor.
Beden, tehlikede olduğu yönünde yanlış imler veriyor
ve bu, gerçel nedenleri olmayan kaygılanmalara
yolaçıyor. Nabız artıyor, terleme görülüyor vb. Ya
hepimiz bir düşünsel "panik atak" kurbanlarıysak?
Bir de yarık-uslulara (şizofren) bakalım:
Yarık-usluların deneyimlediği gerçeklik, nasıl bir
gerçekliktir? Kendi gerçekliklerine sahipler. Peki
topluluksal bir yarık-usluluğun bilinçsiz
kurbanlarıysak hepimiz? Dekart'ı hala çağdaş
düşüncenin babası sayanlar varsa, bundan sonrasını
boşuna okumasınlar.
Peki Dekart'ı bu noktaya götüren neydi? Dekart, kendi
varlığını ve dış dünyanın varlığını temellendirmek
için duyulara başvuramazdı. Çünkü insan duyularının
sık sık yanıldığı için, güvenilir bir temel
olamayacağını düşünüyordu. Gerçek şu ki, ne içsel
dünyanın tanımsız öğeleri ne de duyular yanılmazdır.
Evet, buraya kadar özetlersek, sorumuzu yanıtlamak
için, önce "insan düşünebilir mi?" sorusunu
yanıtlamamız gerektiğini belirttik ve buna yanıtımız,
olumsuz.
Bu soruya verilen olumsuz bir yanıt, birçok okurun
tepkisini çekecektir. Onlar, bu yaklaşımı,
makineleşmenin bir uzantısı olarak görecek, insanın
insana özgü olan yanının düşünce olduğunu ve bunu
başka hiçbir canlıda gözlemleyemeyeceğimizi ileri
süreceklerdir. Bu görüş, çok yandaş topladığı için ve
katılmadığımız bir görüş olduğu için, bu konuyu açma
sorumluluğunu taşıyoruz:
İnsana boş yere, büyük değer biçiyoruz. Bu büyük değer
biçişimiz, bir yandan kendimizi sevmemizden, bir
yandan da tek tanrılı dinlerin öğretilerinden derinden
derine etkilenmemizden kaynaklanıyor. İnsan, evrenin
efendisi değildir. Siz de dünyanın özeği (merkez)
değilsiniz. Ayrıca, biz kibirli insanların, kendi
dünyaları için geçerli bulguları ve kuramları,
"evrensel" sözüyle anmaları, yine bu "evrenin efendisi
olarak insan" yaklaşımdan kaynaklanıyor. Güneş
Dizgesinin dışına çıkamamış bir canlı türü, yani
insan, evrende kendinden başka canlı olamazmış gibi,
gezegeninde geçerli olanlara "evrensel"dir diyor.
Böyle bir canlı türünün "bilgisayarlar düşünebilir
mi?" sorusuna yanıtı da işte böyle dünya-özekçi olur.
İkinci olarak, insanların makineleşmemesinden, çeşit
çeşit düşünceye sahip olmalarını anlıyorsak -ki,
makineleşme eleştirisi, böyle bir anlayışın üstüne
kurulmuştur- bu eleştiri, kendi içinde çelişmektedir:
İnsanların öznel durumları, hiç de çeşit çeşit
değildir. İnsanlar, aşağı-yukarı aynı şeyleri
deneyimlerler ve onların deneyimlerini
sınıflandırabiliyorsak -ki sınıflandırabiliyoruz.
Örneğin: Mutlu-mutsuz, sıkıntılı, kaygılı, özlem dolu,
meraklı vb.-, bu, bize, "makineleşmeye karşı duyguları
toplayanlar"ın da deneyimlerinin makineli tüfek gibi
olduğunu gösterir: Kurşun türü bellidir; tepki türleri
bellidir ve makinenin yapısı bellidir.
Diyelim ki insan düşünebiliyor. Bunu ya kendi içine
bakarak (kılgısal (teknik) terimi kullanırsak
"içebakış"la) ya da sözlü olarak bildirerek
anlayabiliriz. İçebakış, yukarıda belirtildiği gibi,
kaygandır. İçebakışın sunduğu bilgi, insanlarda olup
da bilgisayarlarda olmayan özelliklerin varlığını
gösteremez. Dolayısıyla, elimizde bir tek sözlü
bildirim kalıyor. İnsanın iç dünyasında öznel bir
"şey"ler deneyimlediğini bir tek insanın bunu
bildirmesi yoluyla anlıyoruz. Elimizde şimdilik başka
doğrulama yöntemi bulunmamakta. O zaman, öznel bir
"şey"ler deneyimlediğini bildiren her bilgisayar,
düşünebilir. Bilgisayarı bu durumda düşündürtmek,
oldukça kolaydır: Bir izlence (program) yazarız ve
böylece bilgisayar, beklenmedik (seçkisiz) durumlarda,
öznel bir "şey"ler deneyimlediği yönlü bir bildirimde
bulunabilir.
Gerisini karşılıklı konuşma biçiminde sürdürelim:
İnsan Yanlısı: Ama bilgisayarın bu bildirimi, yüzeysel
olmaz mı? İnsanın bu tür bir bildirimde bulunmasının
nedeni, gerçekten öznel bir "şey"ler deneyimlemesi
iken; bilgisayarın aynı bildirimi, izlencelenmiş
olmasından kaynaklanır. Dolayısıyla, bilgisayarlar
düşünemez!
Bilgisayar Yanlısı: İnsanın bu tür bildirimlerde
bulunması, onun koşullanmış olmasından
kaynaklanmaktadır: Şöyle şöyle bir "şeyler"
duyumsarsan, şöyle şöyle bir bildirimde bulun. Bu
yönüyle, bilgisayarın izlencelenmişliğinin insanın
koşullanmışlığından hiçbir farkı yoktur. İkisi aynı
şeydir.
İnsan Yanlısı: Olur mu?! İnsandaki duyumsamaya bir
bilinç eşlik eder; bilgisayarınkinde ise etmez.
Bilgisayar Yanlısı: Nereden biliyorsunuz? Yaşamınızda
hiç bilgisayar oldunuz mu?
İnsan Yanlısı: Konuyu saptırıyorsunuz! Bunun ne ilgisi
var?!
Bilgisayar Yanlısı: İçebakışın kaygan olduğunu
söylemiştik. Dolayısıyla, insanın duyumsamasına
bilincin eşlik ettiği biçimindeki görüşünüzü
temellendirmek için içebakışı kullanamayacaksınız.
"Ben kendim öyle duyumsuyorum; bu yüzden, böyle."
diyemezsiniz. Yalnızca bildirimleri ölçü olarak
alacağımızı belirtmiştik. Ben de sizi kırmıyorum ve
izlencede ufak tefek değişiklikler yapıyorum: Bakın,
artık, bilgisayarımız, duyumsamasına bilincin eşlik
ettiğini belirtiyor.
İnsan Yanlısı: Bu söylediklerinizin iler tutar yanı
olmadığının siz de farkındasınız ama bir kez bir
görüşü savundunuz ya, sonuna kadar öyle gideceksiniz
değil mi?
Bilgisayar Yanlısı: Devam edeyim: "bir şey"ler
duyumsadığınızı belirttiğinizde, bu "bir şeyler"i
duyumsamanıza yolaçan hücreler düzeyindeki sinirsel ve
bilişsel süreçlerin bilincinde misiniz?
İnsan Yanlısı: Buna gerek var mı?! Durumun
bilincindeyim işte.
Bilgisayar Yanlısı: Buna elbette gerek yok. Aslında
gerek var: Sizin "bilgisayarlar düşünemez" savından,
"bilgisayarlar bilinçli değildir" savına yöneldiğinizi
görüyorum ve insanların "bilinç" dedikleri durumun da
bir yanılsama olduğu söylüyorum. Ya da en azından,
insanlarla bilgisayarların bilinç konusunda, eşit
düzeyde olduğunu ileri sürüyorum. İnsanlar ne kadar
bilinçliyse bilgisayarlar da o kadar bilinçli ve de
tam tersi. Bilgisayar, çalışırken, daha önce yazılmış
bir izlenceyi uyguladığının bilincinde değil. Bu
nedenle bilinçsiz. Öte yandan, insan da, yaşarken,
davranışlarının altında yatan sinirsel ve kimyasal
süreçlerin bilincinde değil.
İnsan Yanlısı: Peki, haklı olsanız bile, şunu
söyleyebilirim: Ben oturur sinirbilim çalışırım, bu
eksikliğimi gideririm ve böylece, birşeyler
duyumsarken, "hah işte, beynimin şu bölgesinde bir
etkinleşme var, oradan şuraya ileti gitti, ben de
kendimi böylece, düşünüyor sandım."
Bilgisayar Yanlısı: Çok güzel söylediniz. Ağzınızdan
kaçırdınız.
İnsan Yanlısı: Neyi?
Bilgisayar Yanlısı: Kendinizi düşünüyor sanıyorsunuz.
İşte dediğim de bu: Bilgisayardan hiçbir farkınızı
göremiyorum: İnsanın ulaşabileceği en ileri bilinç
düzeyinde, kendisini düşünüyor sanırken yakalaması,
rastlantı değil. Ya insanlar bir tür bilgisayar ya da
bilgisayarlar bir tür insan.
İnsan Yanlısı: Boşta bulunmamdan yararlanıp iyice
uçtunuz. Bakın, bizi merakla dinleyen ve tartışmamızın
sonucuna göre, İnsan Hakları Bildirgesi başta olmak
üzere birçok düzenlemeyi değiştirecek hukukçuların her
tür davaya alışkın yüzlerinde çeşit çeşit ifade
oluştu. Siz daha çok, Anatole France'ın penguenleri
vaftiz eden papazına benziyorsunuz. Siz şimdi
hukukçuların vurup vurup durduğu daktilolara da
"insan" demeye kalkarsınız.
Bilgisayar Yanlısı: Ne tür bir kafa yapısıyla bu
noktaya geldiğinizi anlamaya çalışıyorum, ancak çok
zorlanıyorum. Madem bir daktiloyla bilgisayar arasında
dağlar kadar fark olduğunu gözardı edeceksiniz, o
zaman beni daha iyi örneklerle köşeye
sıkıştırabilirsiniz.
İnsan Yanlısı: Ne gibi?
Bilgisayar Yanlısı: Taş gibi. Bana şunu
diyebilirsiniz: "Sizin bu bakışınızla taşın da bir tür
insan olması gerekir. Belki onun da öznel bir
yaşantısı vardır. Nereden bileceğiz?"
İnsan Yanlısı: Ama siz bilgisayarlarla insanların
bilinç eşitliğini bildirimlere dayandırdınız.
Dolayısıyla, bilgisayarın bilinçli olup olmadığını
onun bildirimlerine bakarak anladınız. Geçersiz olduğu
baştan belli olan bir karşı çıkışı size yöneltmemi
beklemeyin!
Bilgisayar Yanlısı: Beni utandırdınız.
İnsan Yanlısı: Öte yandan, görüşleriniz doğru olsa
bile, "canlılık" anlamındaki "yaşam" kavramını
açıklamaktan uzak olduğunuzu görüyorum. Açıkçası, ben
de bu kavramı açıklamakta zorlanıyorum.
Bilgisayar Yanlısı: Yani?
İnsan Yanlısı: Yani diyelim ki insanlarla
bilgisayarlar, sizin dediğiniz gibi, bilinç düzeyinde
eşitler. Ancak, biri canlı; biri cansız. Bunları aynı
başlık altına yerleştirmek bile kendi içinde bir
çatışkı yaratıyor.
Bilgisayar Yanlısı: Peki. Çocukları, belgeleri,
paraları vb. hangi altbaşlık altında toplayabiliriz?
İnsan Yanlısı: Çocuk? Belge? Ama bunlar birarada
olamaz ki?!
Bilgisayar Yanlısı: Yangında ilk kurtarılacaklar.
İnsan Yanlısı: Ah evet. Güzel. Peki nereye
bağlayacaksınız?
Bilgisayar Yanlısı: Yeni araştırmalarla birlikte,
birarada anılamayacak kavramlar, bitişmeye başlıyor.
Şu an canlılığı açıklaması zor görünüyor. Ama
gelecekte uzuvsal özdeklerden (organik madde)
yapılacak bilgisayarlar, canlılık kavramını olduğu
gibi bilgisayar kavramını da iyice açımlayacakmış gibi
görünüyor.
İnsan Yanlısı: Ama doğal öğelerden bir şeyler yapsalar,
biz ona "bilgisayar" demeyiz zaten.
Bilgisayar Yanlısı: Evet. Demeyiz. Her kavram, özsel
ve kazasal özelliklerden oluşur. Özsel özellikler,
olmazsa-olmazdırlar. Öte yandan, kazasal özellikler
olmasa, o kavram, hiçbirşey yitirmez. Buradan
kalkarak, "bilgisayar" kavramının kazasal özellikleri;
rengi, sığası, markası vb.dir. Bir özsel özellikleri
vardır. Tartışmamızdan şu sonuç ortaya çıkıyor: Biz
insanlar, cansızlığı bilgisayarın özsel bir özelliği
olarak görüyoruz. Ancak, doğal öğelerden yapılacak
bilgisayarlar, bu kavramsallaştırmayı da değiştirecek.
Canlı Yanlısı: Bu sıkıcı sohbetinizi dinlemek, çok
uykumu getirdi. Ben de size şunu sormak istiyorum:
İnsan, tekhücreli bir canlıdan daha mı bilinçlidir? Ya
bilgisayar? Bilgisayar mı daha bilinçlidir tekhücreli
canlı mı?
Bilgisayar Yanlısı: Bilgisayarın tekhücrelilerden daha
bilinçli olup olmadığı konusunda bir şey
söyleyemeyeceğim. Çünkü sizin uyukladığınız sıralarda,
ben bütün bir insan-bilgisayar eşdeğerliği yaklaşımımı
sözel bildirim üzerine kurdum. Ayrıca, sorunuz,
sanıyorum, tekhücrelilerin az-çok bilinçli olduğunu
varsayıyor. Bu varsayımınızı bilimsel bulmuyorum.
Zaten bir kere, kendi içimize bakarak, tekhücrelileri
anlamamız olanaklı değil. Konuşamadıklarına göre, bu
konuda hiçbir bilgi edinemeyiz. Üstelik, bırakın
bilinci, tekhücrelilerin dış dünyayı temsil etme
yeteneğine sahip olduğunu kabul etmemiz için elimizde
hiçbir kanıt yok. Şu var: Tekhücreliler, çok basit
sorunları çözüyorlar. Dolayısıyla, sorun çözme
algoritmaları, oldukça ilkel. Yöneylemcilerin
(operatör) sayısı, çok az. Ama bir bilgisayarın
çözdüğü sorunlar, son derece karmaşık. Örneğin
satranç. Bu durum, bilince ilişkin bir şey söylemese
de, bilgisayarların tekhücrelilerden daha zeki
olduğunu gösteriyor.
Robot Yanlısı: Ha, bir dakika. Birisi bilgisayarlar
için "zeki" mi dedi?
Bilgisayar Yanlısı: Ben dedim. Ne vardı?
Robot Yanlısı: Bilgisayarların kendi sorunlarını değil
başkalarının önlerine koyduğu sorunları çözdüğünü
gözden kaçırıyorsunuz.
Bilgisayar Yanlısı: Kimin sorunu olduğu o kadar önemli
mi?
Robot Yanlısı: Hem de çok. Biz robot yanlıları,
"zeka"nın sizin dediğiniz gibi, sorun çözme becerisi
değil; dış dünyayla iletişim içindeki varlığın denge
sağlama becerisi olduğunu düşünüyoruz. Dolayısıyla,
sizin anladığınız anlamdaki bilgisayarlar, "zeki"
olamaz. Robotlarınsa kendi sorunları vardır: Onları
çözebildikleri ölçüde "zeki"dirler.
İnsan Yanlısı: Ama bu görüş, bizi yukarıdakine benzer
bir tartışmaya götürüyor: Robotlar için "zeki"
diyorsanız, mutfak robotları da zeki mi oluyor?
Robot Yanlısı: Hayır. Kendi başına denge
sağlayabiliyor olsaydı, "zeki" olurdu.
Bilişsel Bilimciler Derneği Başkanı: Ya yine "zeki",
"bilinç", "düşünce" gibi, birinci bölümde,
kullanımlarının durdurulması istenen sözcükleri, arka
kapıdan içeri soktunuz. "Yüksek Bilişsel İşlevler
(YÜBİ)" desek olmuyor muydu?
Canlı Yanlısı: Ama o zaman birtakım ayrımları vermesi
zor!
Bilişsel Bilimciler Derneği Başkanı: O zaman YÜBİ'yi
birkaç alt-terime bölebilirsiniz.
Canlı Yanlısı: Peki. Ne yapalım. Bir sonraki seçime
kadar öyle olsun.
İnsan Yanlısı: Yani sonuçta "bilgisayarlar
düşünebilir" mi diyoruz "düşünemez" mi?
Bilgisayar Yanlısı: "İnsanla bilgisayar, bilinç düzeyi
ve düşünce bakımından eşit düzeydedirler" diyoruz.
Bilişsel Bilimciler Derneği Başkanı: Yani "insanla
bilgisayar, YÜBİ açısından eşit düzeydedir." diyebilir
miyiz?
Bilgisayar Yanlısı: En azından şimdilik diyebiliriz.
Bilişsel Bilimciler Derneği Başkanı: Evet, Budacı
Bilge. Bitiriyoruz. Her zamanki gibi, son söz senin.
Tartışmayı nasıl buldun?
Budacı Bilge: Her şey iyi güzel de, şuna
odaklanmadınız: İnsanlara neden "bilgisayarlar
düşünebilir mi?" sorusu ilginç geliyor?
Robot Yanlısı: Özür dileyerek kesiyorum: Buna robotlar
da dahil mi?
Budacı Bilge: Evet, robotları da ekleyelim. İnsandışı
hayvanları da ekleyelim.
İnsan Yanlısı: O zaman dışarıda neleri bırakıyoruz?
Budacı Bilge: Geriye kalan diğer tüm cansız
varlıkları.
Canlı Yanlısı: Yani?
Budacı Bilge: Toplarsak, şu soruya yanıt vermediniz:
İnsanlara, "Bilgisayarlar düşünebilir mi? İnsandışı
canlılar düşünebilir mi? Robotlar düşünebilir mi?"
soruları ilginç gelirken, neden "Bardak düşünebilir
mi?", "Cam düşünebilir mi?" ya da "Masa düşünebilir mi
gibi sorular ilginç gelmez?"
İnsan Yanlısı: Neden?
Budacı Bilge: Çünkü insanlar, evrenin sözümona
efendileri olarak, düşünmenin yalnızca insana özgü bir
etkinlik olduğunu varsayıyorlar ve köle diye
bildiklerinin onları tahtlarından indirme
olasılığından korkuyorlar. Ama daha önemlisi,
insanlar, bilgisayarlara, insandışı canlılara ve
robotlara bakmakla kendilerini anlamaya çalışıyorlar
ve bu çabanın yersiz olduğu söylenemez.
Bilişsel Bilimciler Derneği Başkanı: Özür dilerim.
Han'ın kapanma saati geldi. Henüz yeterince tanınmayan
bir bilimin derneği olduğumuz için bize anahtar
vermiyorlar.
Bekçi: O zaman bize olabildiğince yalın bir biçimde,
biliminizi tanıtın lütfen.
Bilişsel Bilimciler Derneği Başkanı: Üyelerimizden
biri, bunun için bir kitap hazırlıyor. Bittiğinde ilk
size uğrayacağım.
Ulaş Basar Gezgin
E-posta: ulas@teori.org
Editörün notu: Merak edenler Bilişsel Bilimler Kılavuzu birinci bölümü ve altındaki tartışmaları da okuyabilirler.
Bilgisayarlar düşünebilir mi?: İnsan yanlısı, bilgisayar yanlısı, canlı yanlısı, robot yanlısı, bilişsel bilimciler derneği başkanı, Budacı bilge ve bekçi arasında bir söyleşme.
Giriş
Bu soru, kimilerine çok ilginç gelebilir; bilim-kurgu yapıtlarıyla dolup taşmışlar için ise yine o bildik sorudur. Ancak, burada yer alması, bu iki bakışın da bundan daha temel bir soruyu gözden kaçırmalarından kaynaklanıyor: İnsanlar düşünebilir mi?
İnsanların düşünebiliyor olduğuna eminizdir. Kendimizden biliriz. İçimizdeki seslerin dansı gibidir düşünmek. Dışavurmadan sürdürdüğümüz bir yarım tümcecikler silsilesi. Bizden tanımlanması istendiğinde, "hani var ya! Bunu herkes kendi içinde yaşar" deriz. Peki ama düşündüğümüze emin miyiz?
Giriş
Bu soru, kimilerine çok ilginç gelebilir; bilim-kurgu yapıtlarıyla dolup taşmışlar için ise yine o bildik sorudur. Ancak, burada yer alması, bu iki bakışın da bundan daha temel bir soruyu gözden kaçırmalarından kaynaklanıyor: İnsanlar düşünebilir mi?
İnsanların düşünebiliyor olduğuna eminizdir. Kendimizden biliriz. İçimizdeki seslerin dansı gibidir düşünmek. Dışavurmadan sürdürdüğümüz bir yarım tümcecikler silsilesi. Bizden tanımlanması istendiğinde, "hani var ya! Bunu herkes kendi içinde yaşar" deriz. Peki ama düşündüğümüze emin miyiz?
Benim kafama su takildi:
Insanlari-Makinalari, Canli ve Cansizlari karsilastiran, benzeten, ayiran, bir kisim olmayan insanlarin dialoglarini hayal edip yazan bir insanin yazisi ise bu yazi, nasil oluyor da sanki yukardan bir bakistaymis gibi yaziliyor?
Insanlar dusunebilir mi diye bir soru nasil sorulabilir? Diyelim soruldu, eger insanlar dusunemiyor cevabi verilecekse dusunmenin nasil bir sey oldugunu kim cevaplayacak, cunku insanlar dusunemiyorsa dusunemeyen bir varlik nasil olur da dusuncenin ne oldugunu tanimlayabilir?
Yazar Descartes'i elestirirken, Descartes'in ilgili metnini okudugunuzda, ne kadar her seyden kusku duymaya calissa da aslinda hala bazi seyleri farkinda olmadan kabul eden ve yukardan bakar durumdaki bir kisiye burunuyor olmasini elestiriyor gibi gorundu bana, ama ayni hataya kendisi dusmus olmadi mi?
Bir baska elestirim de Budaci Bilge'ye olacak. Bu uzak dogu felsefesi dedigimiz sey ne kadar ussaldir? Gercekten Budaci Bilge dedigimiz sey var midir? Varsa hakikaten boyle sorular soran adamlar midir? (Son soru konunun disina cikti ya, konunun disina cikmak da tartismali bir kavram :) )
Sevgiler...