Bilişsel Bilimler Kılavuzu

0
FZ
1. Bölüm
Bilişsel Bilimler ya da Yanıtlı Yanıtsız Sorular Demeti

İnsanlar simgesel mantığa göre mi düşünürler? Çocukların zihni nasıl gelişiyor? Benlik nedir? Zeka nedir?/ Hangi davranışlar zeki sayılabilir? Hangileri sayılamaz? Hayvanlar akıllı mıdır? Bilgisayarlar düşünebilir mi? Para biriminin insanın tutumbilimsel (ekonomik) algısına ne tür bir etkisi vardır? Türkçe'de miş'li geçmiş zamanın olması, diğer bir deyişle, geçmişteki olaylar için tanık x "başkasından duymuş" ayrımı yapılması, Türkçe-konuşurların bilgilenme biçimlerini etkilemekte midir? Usta satranç oyuncularıyla yeni başlayanları ayıran özellikler nelerdir? İnsanlar ne gibi durumlarda zamanın hızlı ya da yavaş aktığını düşünme eğilimindedirler? Düşünce mi dili belirler, dil mi düşünceyi belirler? Düşüncenin bir dili var mıdır? Dünyanın bütün dillerini açıklayan bir kural demeti oluşturulabilir mi? Yaratıcılık nedir? Ne değildir? Sanatçıların yaratım süreçleri ne tür öğelerden oluşmaktadır? Bilimciler buluşlarını nasıl yaparlar? Zekayı geliştirmek olanaklı mıdır? İnsan yavrusu, nasıl oluyor da okuma-yazma öğrenebiliyor? İşitme engellilerin kullandıkları dil, ne tür özelliklere sahiptir? "Bir dilde ne kadar çok sözcük varsa, o dil o kadar gelişmiştir" görüşü doğru mudur? İnsanı doğa mı belirler çevre mi belirler yoksa kendisi mi? Hastalıkların büyüden kaynaklandığını düşünen bir toplum, bunların küçük canlılardan kaynaklandığını düşünen bir toplumdan daha mı ussaldır (rasyonel)? Yıldızlara bakarak yönünü bulan Pasifik Adası yerlileri, zeki midir? Gemiyi yöneten mi zekidir, kürekleri çeken mi, yön bulan mı? Beynin hangi bölgeleri, hangi uzuvlardan sorumludur? Zihin, beyinden bağımsız olarak incelenebilir mi? Karıncalar zeki davranışlar mı sergilemektedirler? Arılar, zeki midir?
Bir öyküyü öykü yapan öğeler nelerdir? İnsanlar, sorunlarını nasıl çözerler? İnsanlar neden kimi olayları unuturken kimi olayları anımsayabilirler? Neden belli bir yaştan önceki anılarımızı anımsayamayız? İnsanlar, neden okudukları aynı yazıdan farklı anlamlar çıkartırlar? Nasıl bir eğitim düzeni, insan yavrusunun gelişimi için en ülküselidir? İnsanlar, nasıl olup da iletişim kurabiliyorlar? Düşük özgüvenli insanlarla yüksek özgüvenli insanlar, hangi noktalarda ayrılıyorlar? Aynı koşullar altında, bir insan cinayet işlerken öteki işlemiyorsa, bunu neye bağlayabiliriz? Yaşlılar, daha çok mu bulmaca çözmelidir yoksa hücrelerini dinlendirmeliler midir? "Beynimizin yalnızca % 10'unu kullanıyoruz." sözü doğru mudur? Doğruysa, geriye kalan bölümü nasıl harekete geçirebiliriz?

İşte, gelişigüzel olarak sıralanmış, ilk akla gelen sorular. Bu sorular, bilişsel bilimlerin yanıt aradığı sorulardan yalnızca bir bölümüdür. Bir bölümüne yanıt bulunmuştur, bir bölümüne bulunmamıştır. Yanıtları verilmiş olanlardan bir bölümünün yanıtları daha sonra geçersiz sayılabilmiştir. Yanıtların birçoğu, belli bir konuyu kapatmak yerine, yeni sorulara yolaçmıştır. Bilişsel bilimler, böylece, elinde uçsuz bucaksız sorularla, onyıllardır ilerlemektedir ve öyle obur bir biçimde ilerlemektedir ki, bu ilerleyişin kimi gözlemcilerine göre, bu durum, gelecekte, ayrı bir Bilişsel Bilimler Fakültesinin açılmasını gerektirecek gibidir.

Bilişsel bilimler, genel olarak, insanı, kendini ve dış dünyayı temsil eden bir varlık olarak kavrama savındadır. Bu bilimlerin içinde, az sayıda da olsa, insanı, temsil eden bir varlık olarak görmeyen yaklaşımlar da elbette bulunmaktadır; ancak bunlar, dizgesel (sistematik) olmaktan uzaktır ve alandaki yaklaşımların çok küçük bir bölümünü oluştururlar. Dolayısıyla, bilişsel bilimlerin konusunu, temsil eden varlıklar oluşturur. Ancak, "temsil eden varlıklar" nitelemesi, çok da açık-seçik değildir. Araştırmacıların hangi varlıkları "temsil eden varlıklar" olarak sayıp saymadığına göre, bilişsel bilimlerin konusu, genişlemekte ya da daralmaktadır. Örneğin, "tek hücreliler, temsil eden varlıklar mıdır?" gibi bir soruya verilecek olumlu yanıt, tek hücrelileri bilişsel bilimlerin konusu yaparken; olumsuz bir yanıt, dirimbilim (biyoloji) alanına gönderir. Bu yönüyle, tek hücrelilerin bir benliğinin olup olmadığı, tartışmalıdır.

Aynı biçimde, beyin hücrelerinin tek başlarına olmasa da birarada, dünyayı ve insanın kendisini temsil yeteneğine sahip olduğu bilinmektedir. Öte yandan, "böbrek hücreleri, temsil eden varlıklar mıdır?" gibi bir soruya verilecek olumlu bir yanıt, aynı biçimde, böbrek hücrelerini bilişsel bilimlerin konusu yapacaktır.

Sorulara dönersek, soruların konu olarak türdeş olmadığı göze çarpmaktadır. Yanıtların da yöntem açısından türdeş olmadığı, bu bölümün ilerleyen sayfalarında görülecektir. Demek ki, iki tür türdeş-olmazlıkla karşı karşıyayız: Konu farkları ve yöntem farkları. O zaman bilişsel bilimleri oluşturan konuları ve yöntemleri sıralayalım.

Alanlar

Bilişsel bilimlerin, temelde, aşağıda belirtilen alanlardan oluştuğu, daha doğrusu, bu alanların temsil eden varlıklarla ilgilenen dallarından oluştuğu, genel olarak kabul görmektedir.

Yansıbilim (Psikoloji): Yansıbilimin çeşitli düşünsel okullarını alt alta dizdiğimizde, yansıbilimin insan ve diğer hayvanların davranışlarını, algılarını, bilişsel yapılarını (zihin, akıl, zeka vb.) ve duygusal niteliklerini vb. incelediği söylenebilir. Bilişsel bilimlerin öncüllerini, yansıbilim tarihinde görmek, olasıdır. Zeka ölçekleri, geçen yüzyılda, oldukça fazla çalışılmış bir konu olmuştur. Yine bunlara koşut olarak gelişen bellek çalışmaları, insanın unutma ve anımsama süreçlerini, bilimsel araştırmanın alanına sokmuştur.

Dilbilim: Dilbilim, geleneksel olarak, üç alt-alana ayrılır:
a) Anlambilgisi: Anlambilgisi, dil birimleri (sözcükler, tümceler, deyimler vb.), kavramlar ve nesneler arasındaki ilişkiler ve anlam üzerine çalışır.
b) Sesbilgisi (Fonetik) ve Sesbilim (Fonoloji): Sesbilgisi, insan dilindeki varolan ve varolmuş sesleri ve varolmayan, ancak varolmasına engel olmayan sesleri; daha doğru bir deyişle, insanların ses uzuvlarından çıkabilecek her tür sesi inceler. Sesbilim ise, belli bir dildeki sesleri inceler.
c) Sözdizimi: Sözdizimi, tümce yapısını ve tümcelerin dilbilgisine uygun olup olmamasının altında yatan kuralları inceler.

Dilbilim, bunların dışında, "yansısal dilbilim (psikolinguistik)" başlığı altında, dil ve yansıbilimsel yapı arasındaki ilişkileri; "toplumsal dilbilim" başlığı altında, toplumsal sınıflar ve yöreler arasındaki dilsel çeşitlemeleri; "kullanımbilim (pragmatik)" başlığı altında, dil birimlerinin kullanımı ve iletişim gibi konuları; "söylem çözümlemesi" başlığı altında, metinlerin tutarlılığı ve bütünlüğü gibi konuları incelemektedir.

Felsefe: Felsefenin böyle bir bilim demeti içerisinde bulunmasına şaşmamak gerekiyor. Öte yandan, bu durum, eski bir soruyu, "felsefe, bilim midir?" sorusunu gündeme getiriyor. Daha bu soruya gelmeden, "bilim nedir?" sorusunu yanıtlamak gerekiyor. Ancak, bu, ayrı bir bölümün konusudur.

Felsefe, belli bir yaşa gelmiş aşağı-yukarı herkesin örtük bir biçimde tanımlayabileceği bir bilgi toplamı olagelmiştir. "Felsefe yapma!" sözünde, "laf salatası" ile eşdeğer görülürken, "yaşam felsefesi" deyişinde, oldukça önemli bir konuma yerleştirilmektedir. Öte yandan, felsefenin bilişsel bilimlere katkısı, bunlardan farklı bir noktadadır: Bilişsel bilimlerin bulguları, bizi, insan anlayışımızda değişikliklere zorlamaktadır. Gündelik yaşamda, "zeka"dan, "zihin"den, "ruh"tan vb. sözedilirken, felsefe, öncelikle, bilimin bu kavramlarla yapılıp yapılamayacağını; yapılabilirse, bu bilimin sınırlarının ne olacağını gözler önüne serip yeni kavramsallaştırmalar önermektedir. Ayrıca, yeni bilişsel bilim çalışmaları için açılımlarda bulunmaktadır.

Yapay Zeka: Bu alan, bilişsel bilimlerin kimilerine göre en önemli öğesidir. İnsan zekasını modellemek savıyla yola çıkılmıştır. Ancak, insan zekasından çok, zekayı modelleme çabası içerisinde olduğu izlenimi vermektedir. Kimi araştırmacılar, bu modelleme çabasını, Disneyland'e benzetmişlerdir. "Disneyland, gerçek dünyaya ne kadar yakınsa, yapay zeka çalışmaları da, insana o kadar yakındır" demişlerdir. Bu, çok tartışılmış bir nokta olagelmiştir.

Yapay Zeka alanına bakıldığında, dikkati çeken bir nokta şudur: Araştırmacılar, iki kampa bölünmüş durumdadırlar: Biçimciler ve izlenceciler (programcı). Biçimciler, insanı modelleme çabasında, onu görüntüsüyle yansılamayı amaçlamış, bunun için robot çalışmalarına ağırlık vermişlerdir. İzlenceciler ise, zeki davranışları, daha doğrusu, verili bir sorun durumunda gelebilecek zeki yanıtları modellemeyi amaçlamışlardır. Bunun için, robot yapmak yerine, izlence yazmışlardır.

İnsanbilim (antropoloji): İnsanbilim, adında belirtildiği gibi, insanı çalışır. Ancak, birçok bilim, insanı çalışır. Arada ne fark vardır? Aradaki temel ayrım, insanbilimin bir "gibi" bilimi olmasıdır. İnsanbilimci, çalışmasını, örneğin, "Avustralya yerlisi olmak, nasıl bir duygudur?" türü bir soru çevresinde biçimlendirir. Oradan kalkarak, bir topluluğun yaşayış biçemine (stil) odaklanır. İnsanbilimin, bilişsel bilimleri özellikle ilgilendiren bölümü, insan topluluklarının ortak inançları, bu inançlarla karşılıklı etkileşim içinde gelişen gelenekleri, gündelik olarak kullandıkları ötegöndermeler (metafor) vb.dir. Kimi araştırmacılar, bu yaklaşımla, örneğin, doğum ve ölüm ötegönderimlerini ele almaktadırlar.

Eğitbilim: Eğitbilim, bilişsel bilimler içerisinde, daha işedönük kaygılarla yer almaktadır. Bilişsel kuramları, eğitim sürecinden daha fazla verim almak için kullanmaktadır. Küçüklükten başlayan örgün eğitimin belli bir sırası vardır. Hiçbir insan yavrusu, 5. sınıftan başlayıp, sonra 1. sınıfa geçmez. Eğitim düzeninin altında, öğrenmenin belli bilişsel önkoşulları olduğu biçiminde temel bir varsayım vardır.

Sinirbilim: Sinirbilim, yine adından anlaşılacağı üzere, sinirsel süreçleri inceler. İnsandışı hayvanlar üzerinde yapılan bölgesel zarar verme çalışmalarında ve ilaç verme çalışmalarında, çeşitli süreçlerin sinirsel ve kimyasal düzeneği ortaya çıkarılmaktadır. Ancak, sinirbilimin bilişsel bilimler içerisindeki konumu, çok yerleşik değildir. Sinirler, bağımsız temsil yeteneği olmayan birimler olarak düşünüldüklerinden, sinirbilimin bir bilişsel bilim olup olmadığı, tartışmalıdır. Bu tartışmanın, çalışmanın ilerleyen sayfalarında, kırılma noktaları yarattığını göreceğiz.

Yöntemler

Yöntem tartışmasını, satranç oyuncuları örneğinde ele almak, metnin akıcılığını sağlayacak:

Felsefel Yöntemler: Felsefel açıdan baktığımızda, şunları sorabiliriz: Satranç oyunculuğu için, ayrı bir zihinsel dizge var mıdır? Satranç oyunculuğu, genel bir zekanın bir ürünü müdür? Ustalık nedir? Ustalığı ussallıktan ayıran nedir? Bu tür soruları, felsefel yaklaşım, uslamlama (reasoning) yolu ile yanıtlamaya çalışır. Ancak, bu yanıtlar, kaynağı belirsiz bir noktadan çıkmazlar; felsefenin uzak ve yakın tarihiyle ilişkilendirilirler.

Dilbilim Yöntemleri: Dilbilim açısından satranca bakarsak şu tür sorular ortaya çıkar: Satranç tahtasında, iki taraf arasındaki ilişki ne tür bir ilişkidir? Bu ilişkinin, genel iletişim kuramlarında sıklıkla anılan kodlama-kod çözme yaklaşımlarıyla açıklanması olanaklı mıdır? Oyuncuların oyun sırasındaki sözel ve sözel olmayan bildirimleri, bilişsel süreçleri etkilemekte midir? Öte yandan, şimdiye dek yapılan çalışmalarda, dilbilimsel yöntemle satranca bakan çalışmaların sayısı, yok denecek kadar azdır.

Mühendislik Yöntemleri: Mühendislik yöntemleri, satrancın kurallar dizgesine odaklanır ve en iyi başarımı (performans) gösteren bir izlence (program) yazar. Bu yaklaşımların çoğu, insan zekasını, sorun çözme becerisi olarak görürler. Bu nedenle, insan zekasının herhangi bir alanında modelleme yaptıklarında; sorunun girdileri, çıktıları, sınırları ve yöneylemcilerini (operatör) saptarlar. Satranca baktığımızda, girdiler bellidir: Oyun kuralları, taşlar ve oyuncular. Çıktı bellidir: Mat. Sınırlar bellidir: Kurallar, girdi oldukları gibi, sınırları da koyarlar. Dolayısıyla, satrançta bulunması gereken, hangi yöneylemlerin uygulanacağıdır.

Mühendislik yaklaşımlarının bir başka özelliği ise, yansıbilimin sunduğu deneysel bulguları modelleyip öngörülerin gerçekleşip gerçekleşmediğine bakmasıdır. Mühendislik yaklaşımları, bu yönüyle, deneysel bulguları tümleyici bir özellik göstermektedir.

Mühendislik yaklaşımlarının temel olarak eleştirildikleri nokta, en ileri başarımı hedeflemeleri, insanın bilişsel sınırlarını ve yanılabilirliğini dikkate almamalarıdır. Mühendislik bakışının satrancı kavramaya yönelik çalışmaları, bu nedenle, "'kaba kuvvet' yaklaşımı" olarak adlandırılmaktadır. İnsanlar, satranç oynarken, çok sayıda olasılığı hesaplayamazlar. Bellek sığaları, bilgisayarlarla karşılaştırıldığında, oldukça dardır. İnsanlar, kestirme yollar kullanırlarken; bilgisayar oyuncular, çok sayıda olasılığı hesaplamaktadırlar. Sonuç olarak, mühendislik yaklaşımlarına ilişkin temel bir sorun, gerçeğe bağlılık (fidelity) sorunudur.

Yansıbilimsel Yaklaşımlar: Yansıbilimsel yaklaşımlar, daha çok, deneysel ortamlar yaratıp değişkenlerle gerçel zamanda oynayarak çıkan etkilere bakarlar. Örneğin, satranç ustalarını yeni başlayanlardan ayıran öğe, ustaların daha iyi bir belleğe sahip olmaları olabilir. Yansıbilimsel yaklaşım, bunun için, ustaların belleğini ölçebilir. Aynı biçimde, satranç ustalarının ustalığı, oyundaki örüntüleri (pattern) saptama becerilerinden kaynaklanabilir. Bunu sınamak için, ustalara değişik örüntüler ve örüntüsüz, seçkisiz oyunlar sunulabilir. Örüntüsüz durumlardaki akılda tutma düzeyleriyle, örüntülü durumlardaki akılda tutma düzeyleri, karşıtlanabilir.

İnsanbilimsel Bakış: İnsanbilimsel bakış, satranç tahtası ve oyuncular yerine, genel bağlama odaklanır. Toplumda, satrancın konumu nedir? Diğer bilişsel etkinliklerle toplum ölçeğinde ilişkisi nedir? Benzer oyunların yaygın bir biçimde oynandığı toplumlarla bu tür oyunların yaygın bir biçimde oynanmadığı toplumlar karşılaştırıldığında, oyuncuların arkatasar (background) bilgilerinin birbirlerinden farklı çıkma olasılığı bulunmaktadır. Dolayısıyla, dizge (sistem) girdilerinin, büyük ölçekli bağlama göre çeşitlilik gösterme olasılığı dikkate alınmaktadır. Ayrıca, diğer alanlar için olduğu gibi, satrancın bir bilişsel etkinlik olarak tarihsel gelişimi de, insanbilimin inceleme konusudur.

Sinirbilimsel Yaklaşım: Sinirbilimsel yaklaşım, satranç için, beyin ve sinir görüntüleme yaklaşımlarını kullanır. Oyun oynanırken, beyinde hangi bölgelerin etkinleştiğini ya da oyun oynanırken ne tür bir sinirsel düzeneğin etkinleştiğini saptar. "Satranç ustalığı, genel bir zekanın bir ürünü müdür?" gibi bir soruya, genel zekaya ilişkin bir deneysel ortam yaratıp o ortamda hangi beyin bölgelerinin ve sinirsel düzeneğin etkinleştiğini saptayarak ve bunları, satranç oyunu sırasında etkinleşenlerle karşılaştırılarak yanıt vermeye çalışır.

Ayrıca, sinirbilimsel yaklaşımlar, ilaç çalışmalarıyla birlikte anılmaktadır: Belli tür ilaçların, beyinde kimi bölgelerin çalışmasını ayrıksı (differential) olarak engellediği bilinmektedir. Sinirbilimsel bakış, örneğin, dikkat dağıtıcı bir ilaç vererek, oyuncularının başarımını ve davranışlarını inceleyebilir. Bu yöntemi çeşitli kereler kullanarak, satrançtan sorumlu sinirsel ve kimyasal düzeneği ortaya çıkartabilir.

Eğitsel Yaklaşım: Eğitsel yaklaşım, "satranç, öğretilebilir mi? Öğretilebilirse, nasıl? Genel zeka geliştirme çalışmaları, satranç becerilerini geliştirir mi?" gibi sorulara yanıt arar. Bunun için deneysel sınıflar oluşturur: Bir öbek öğrenciye belli türden bir eğitim verilirken, bir başka öbek öğrenciye başka türden bir eğitim verilir. Eğitim türünün sonuçları, karşılaştırılır.

Eğitimin toplumsal yönü olduğu gibi, bilişsel yönü de vardır. Çocuklar ve gençler, toplumsal yaşama hazırlanırken; bir yandan da zeka gelişimleri gerçekleşmektedir. Eğitsel yaklaşım, ayrıca, uygulanagelen eğitim izlencelerinin verimini araştırır.

Eleştiriler

1) Bireycilik ve Dağıtık (Distributed) Biliş: Yukarıdaki çeşit çeşit yaklaşımda ortak paydalardan biri, insanı, bir birey olarak almasıydı. Ancak, insanların belli toplumsal bağlaşmalar içinde yaşadığı bilinmektedir. Böyle bireyci bir yaklaşım, bir gemi mürettebatına baktığında, geminin yönetimi sorununda yalnızca kaptanın zeki olduğunu düşünecektir. Oysa, zeki olan, bir bütün olarak gemi çalışanlarıdır. Tek başlarına hiçbiri zeki değildir, ancak biraraya geldiklerinde, zeki davranışlar gösterirler.

Bu dağıtık biliş yaklaşımına en sık verilen örnek, karınca kolonileridir. Ancak, karınca kolonilerinin içgüdüsel davranışlarının zeki sayılıp sayılmayacağı, tartışmalıdır. Bu, ayrı bir bölümde ele alınacak kadar kapsamlı bir konudur.

2) Bedensiz Bakış ve Bedenlenmiş Biliş: Yukarıdaki çeşit çeşit yaklaşımdan büyük bir bölümü, insana, bedensiz bir varlıkmış gibi bakmaktadır. Bedenlenmiş biliş bakışının temel noktası şudur: "İnsan, başka tür bir bedene sahip olsaydı, başka tür bir türtarihsel (filojenik) ve bireytarihsel (ontojenik) gelişim çizgisine sahip olacaktı." Bu konudaki en yaygın yanlış anlama, bedenlenmiş biliş bakışının, bilişsel bilimlere sinirbilimlerini sokmak istediği biçimindedir. Bedenlenmiş biliş yaklaşımı, sinirbilimlere karşı yansızdır. Öte yandan, bedenlenmiş biliş yaklaşımının bilişsel bilimler tarihindeki öncüllerini aramak gerekirse; yapay zeka alanındaki robotçu okula yakın durduğu görülecektir. İnsan zihnini modellemek yerine, dış dünyayla etkileşim içindeki insanın modellenmesi amaçlanmaktadır. Bu bağlamda, bedenlenmiş biliş bakışı ve robotçu okul, zekayı, genel sorun çözme becerisi -diğer bir deyişle, belli tür çıktılara ulaşmak için girdilere, sınırlara uygun bir biçimde uygulanacak yöneylemcileri saptama becerisi- olarak görmek yerine, etkileşim içinde denge sağlama (homeostasis) becerisi olarak değerlendirirler.

3) Durağan Biliş ve Gelişim: Yukarıdaki çeşit çeşit yaklaşımdan çoğu, gelişimdışılık sayıltısına dayanmaktadır. Oysa, insan, doğduğunda, bilişsel yetenekleri oluşmamıştır. Uzun yıllar, olgunlaşma gibi dirimbilimsel (biyolojik) bir etmen ve çevresel uyaranların bir bileşimi sonucu, gelişir. Oysa, yukarıdaki yaklaşımların çoğu, ortayaşlı bir insanı kavrama çabasındaymış gibidir. Aynı biçimde, insanlar yaşlanırlar ve yaşlanma, kimi bilişsel yetilerinde düşmelere neden olur.

Bilişsel Bilimlerde Üç Devrim

Çeşitli gözlemciler, bilişsel bilimlerde 3 devrimin yaşandığını belirtmektedirler:

1. Davranışçılığa ve İndirgemeciliğe Karşı Bilişsel Devrim (1960'ların başı)

Birinci devrim, bilişsel bilimleri doğurmuştur: Davranışçıların tüm insan etkinliklerini uyaran-tepki bağlantıları içerisinde incelemeleri, insanın bilişsel zenginliğini ve üretimsel (generative) özelliklerini açıklayamamaları ve hayvan ve insan davranışlarını aynı yasalarla açıklamaya çalışmaları yanında; yavaş yavaş gelişen bilgisayarlar, bilişsel devrimin lokomotifi olmuşlardır.

2. Bağlantıcı Devrim (1980�lerin başı)

1980'lerle birlikte bilişsel bilimlere yeni bir yaklaşım geldi: Daha önce, bilişsel süreçlere dizi süreçler olarak bakılıyordu. Bir süreç, bir başkasını tetikliyordu. Bağlantıcı yaklaşım ise, "koşut (paralel) işlemleme" görüşünü ortaya attı. Bilişsel süreçler, aynı anda etkinleşebilirlerdi. Sırayla etkinleşmeleri gerekmezdi. Beyin de zaten, koşut çalışan bir dizge idi: Değişik bölgelerde aynı anda etkinleşmeler gözlemleniyordu. Ayrıca, daha önceki simgesel yaklaşımlar, model oluşturma çabaları içerisinde, açık kurallar koyarlarken; bağlantıcı yaklaşımlar, sinirlerde olduğu gibi, olasılık özellikleri koymaktadırlar. Dolayısıyla, bağlantıcı devrimle birlikte, insanı anlamak için kullanılan bilgisayar benzetmesi yerine, sinir benzetmesi getirilmiştir.

3. Bedenlenmiş Biliş Devrimi (1990'ların başı)???

Yukarıda, Eleştiriler bölümündeki ikinci altbaşlıkta da dışavurulduğu gibi, bedenleşmiş biliş yaklaşımı, bedenin insan için kaza olmadığını; tersine, son derece önemli olduğunu belirtmektedir. Bedenlenmiş biliş devriminin konumu, oldukça tartışmalıdır. Bedenlenmiş biliş yaklaşımın devrim olduğunu söyleyenler oldukça azdır ve bu yaklaşımı derli toplu bir biçimde anlatan başyapıtların henüz ortaya çıkmadığı görülmektedir.

Kavram Kargaşası ve YÜBİ

Kısacası, bilişsel bilimler, şu açkı (anahtar) sözcüklerin çevresinde toplanan bir bilim demetidir: Biliş, akıl, zeka, zihin, beyin, anlama, uslamlama, akıl yürütme, zeki davranış, beceri vb.

Bu alandaki çalışmaların büyük bir bölümünün kaleme alındığı dil olan İngilizce'de bu sözcükler, kavram kargaşası yaratmaktadır. Gerçekte, olan şudur: yüksek bilişsel işlevlerle ilgili çalışmalar arttıkça, bu konudaki gündelik inançlarla açık ya da örtük bir çatışma ortaya çıkmaktadır. Bu çatışma, kavram kargaşasına yolaçmaktadır. Sorun, gündelik dille bilim yapılıp yapılamayacağı değildir. Sorun, geçmiş inançlarla bugünün bulgularını kavrama ve aktarma sorunudur. Türkçe'den ya da herhangi bir dilin yapısından kaynaklanmayan bu sorun, Türkçe'de de kavram kargaşasına yolaçmıştır. İngilizce bilişsel terimlerin Türkçe karşılıklarının neler olduğu, az-çok tartışmalıdır. Bu kargaşadan sıyrılmak için, bu kitap boyunca, genel bir ifade olarak, "yüksek bilişsel işlevler (YÜBİ)" sözü kullanılacaktır.

Bu öneri, "alçak bilişsel işlevler (ALBİ) var mıdır? Varsa nedir?" sorusunu akla getirmektedir. ALBİ'yi, tersten tanımlamak, olanaklıdır. ALBİ, YÜBİ olmayan her insan etkinliğidir. O zaman baştaki soruya dönüyoruz: YÜBİ nedir? Yanıt aynıdır: Biliş, akıl, zeka, zihin, beyin, anlama, uslamlama, akıl yürütme, zeki davranış, beceri, vb. Bu kitap boyunca, bütün bunlar için genel bir şemsiye terim olarak, "YÜBİ" sözü kullanılacaktır.

Demek ki, kısaca belirtmek gerekirse, bilişsel bilimler, YÜBİ'yi inceler.

Sonuç: Fil ve Hortumu

Alanlararası yapılan çalışmalarda, çok sık verilen bir örnek vardır. Bu örnek, Nepalli şair Banira Giri'nin görme engellilerin bir kadını anlama çabasını anlatan "Kadın" adlı şiiriyle de ölümsüzlük kazanmıştır. Üç görme engelli, bir fille karşılaşmışlar. Biri, hortumunu tutmuş, bir fil tanımı yapmış; biri, ayağını tutmuş, başka bir fil tanımı yapmış. Üçüncüsü, kulağını tutmuş, bambaşka bir fil tanımı yapmış. Ve eklenir: "Hiçbiri, bir bütün olarak fili anlayamıyor. Alanlararası çalışmalar olmazsa, bütün, kavranamaz." Bu görüş, ilk bakışta mantıklı geliyor. Ancak, bunun da tek başına yetersiz olacağı, biraz düşünüldüğünde ortaya çıkmaktadır: Birisi, kulağa dokunmuyor olsaydı; kulağına sinek kaçan filin neden huysuzlandığını anlayamazdık. Birileri, ince ayrıntılara bakacak; birileri, genel resme bakacak ve birbirlerini sürekli besleyecekler. İşte ancak o zaman bütünlüklü bir bilimden ya da bilim demetinden sözedebiliriz. Konu, insanı açıklamaksa; bilişsel bilimin yanıt bulmaya çalıştığı sorular, hiçbir zaman türdeş olmayacaktır. İnsan deneyimi, çok geniştir; çok değişik alanları kapsar. İnsanı bütünlüğü içinde açıklamaya çalışan bir bilim ve onun ürettiği kuram ise, ne kadar değişik türden soruya yanıt verebilirse o kadar umut verici bir kuramdır.

Ulaş Başar Gezgin
E-posta: ulas at teori nokta org
Uzman yansıbilimci (psikolog)
İnsanbilim (antropoloji) doktora adayı, University of Canterbury, Toplumbilim ve İnsanbilim Bölümü, Christchurch, Aotearoa (Yeni Zellanda).
ODTÜ, Enformatik Enstitüsü, Bilişsel Bilimler doktora adayı.

Görüşler

0
Nightwalker
Daha daha daha daha...

Bu yazının gerisi bir yerlerde var mı ? Yoksa yayımlandıkça mı buraya koyacaksınız ? Eğer makale sahibide bu siteyi takip ediyorsa kendisini de tebrik etmek isterim çok güzel bir çalışma olmuş. Dediğim gibi devamını bekliyoruz.
0
FZ
Bu özgün makale Yahoo'daki coglist listesinden alınıp yayınlandı burada (yazarın izniyle). Bildiğim kadarı ile yazarın bir tür Bilişsel Bilimler(e Giriş?) gibi bir kitap yazma kaygısı var ve bu makale de o tür bir kitabın çerçevesini çizmek, bir nevi taslak oluşturmak için yazılmış; ve tabii geribesleme alıp mevzuyu geliştirip derinleştirmek için. Özellikle dışarıdan bakanların ve uzman olmayanların görüşleri bu bağlamda önemli.

Bir başka önemli nokta da "bilişsel bilimler" tanıtımı yapması, bana soranlara artık göstereceğim kamuya açık ve Internet'ten erişilebilir, giriş niteliğinde bir kaynak var, bu beni büyük bir yükten kurtarır, bu açıdan ben de teşekkür ediyorum yazara.

Bildiğim kadarı ile kendisi de siteyi takip ediyor (ısınma turları ;-) ve yazılarının burada yer almasından memnun.

Eğer övgülerin yanı sıra ince eleyip sık dokuyan eleştiriler gelirse eminim bunlar yazarın epey işine yarayacaktır, bu belgeyi ve bundan sonra gelecek yazıları geliştirmesi, kullanılacak dili oturtması, vb. çabalar için.
0
sefalet
bir iki eleştirim olacak öncelikle kavramları ve terimleri kullanırken türkçe sözcüklerin seçilmesiyle dile sahip çıkılması çok güzel bu yazıda.Fakat gözüme çarpan "yansıbilim"i ilk defa duyuyorum sözlükte de mevcut değil sanırım.Ayrıca psikoloji için ruhbilim kelimesi zaten mevcut.

Diğer bir eleştirim yada sorum neden bilişsel bilimler diye bir kavrama ihtiyaç duyuluyor?Gerçi neden ihtiyaç duyulduğu açık ama ondan evvel bilişsel bilim kavramını kapsayan bir kavram ortaya çıkmışsa yeni bir kavrama ihtiyaç duyulabilir mi?

Biraz açıklarsam sorumun nedenini; felsefede bir yaklaşım vardır "her soru insan nedir sorusuna indirgenebilir" diye.Yani evrendeki hiçbir araştırmaya açık alan yoktur ki insan nedir sorusundan bağımsız olsun.Yazıda felsefenin bilişsel bilimlerdeki yeri biraz anlatılmış ama şahsen ben biraz daha fazla büyük olduğunu düşünüyorum bu yerin.Özellikle 20.yy'ın başlarında gelişen bilimsel felsefe, felsefenin tüm alanları kapsayan soru sorma anlayışını salt zihinsel kurgulamadan kurtararak, bilimsel ilkeler ve yöntemler ışığında, felsefeyi daha tutarlı hale getirmiştir.

Felsefe bilimsel ilke ve yöntemleri kullanarak, uzmanlaşmış bilim dallarının bilgi birikimini, onların kendi başlarına yapamayacağı "bütünleştirme" kabiliyetine ulaşmıştır.

Bilimlerin yöntem ve kavramlarının sorgulanması yanında bilimsel verileri kullanarak kurgulama yada "bütünleştirme" felsefenin yeni sınırı olarak çizilmiştir.

Böylelikle bilimin farklı çalışma alanlarının ortaya koyduğu bilimsel bilgiler, felsefe çatısı altında incelenip, resmin bütününü görmeye yönelik bir uğraşın parçası olmuştur.Ki bu uğraş bilişsel bilimler kavramının altında toplanmak istenen uğraş ile aynı gözükmektedir.Peki o zaman bilişsel bilimler kavramına ihtiyaç var mıdır?

Felsefede her ne kadar "felsefi insanbilim(antropoloji)" gibi bir alan mevcut ise de ki bu alan daha çok "insan nedir?" sorusunun peşinden gider yani yine bilişsel bilim kavramına bir başka rakip.Kişisel olarak düşüncem "Bilimsel Felsefe" ilkeleri çercevesinde tanımlanacak bir "felsefe" içinde bu tür bir ayrıma gerek yoktur.

Yazımın başlarında belirttiğim gibi her soru "insan nedir" sorusuna indirgenebilir.Peki bu bilişsel bilimler içinde neden fizik bilimi yoktur.Evrenin bir parçası olan insanın evrenin işleyişini ve yapı taşlarını inceleyen alan olmadan anlayabilmek mümkün olabilir mi?(insan zekası da buna dahil doğal olarak)

Bu durum bilişsel bilimler kavramının biraz fazla yapay bir kavram olduğu hissini yaratıyor bende.Bilmem siz ne düşünürsünüz.Saygılar.
0
FZ
"Cognitive science" konusunda eğitim alanlardan biri olarak çok kısaca birkaç düşüncemi yazayım:

- Felsefeciler deney yapar mı? Simülasyon yapar mı? Alan çalışması yapar mı? Bilişsel bilimlerle uğraşanlar (bir kısmı) bunları yapar ve bunları yaparken birden farklı disiplinin bilgisini sentezleme, aynı anda kullanma ihtiyacı duyarlar.

- Felsefe ve antropoloji çalışmalarını bilişsel bilimlere rakip olarak görmek ne derece doğru, tartışılır, rakipten ziyade "ortak" olarak görmekte fayda var.

- "Bilimsel" felsefe ile hangi felsefecileri, hangi yayınları, hangi kitapları kast ettiğinizi sorabilir miyim? (Bilim felsefesinden başka bir şeyi kast ettiğinizi düşündüğüm için soruyorum bunu).

- "Fizik neden yok?". Güzel bir soru! Cevap: var. Dinamik sistem yaklaşımları son zamanlarda bilişsel bilimler bağlamında gündeme gelmeye başladı. Kaos teorisi, "ergodic" teori, karmaşık sistemler, dinamik, vb. zihni modelleme çalışmalarında adı geçen alanlar olmaya başladı, bunlardan feyz alınıyor, denemeler, simülasyonlar yapılıyor, modeller ileri sürülüyor (tabii ki bunlar da ciddi eleştirilere maruz kalıyor, o ayrı).

Konu ile ilgili olarak: Stanford'daki felsefe ansiklopedisindeki makale fena sayılmaz (Türkçeye çevirmekle uğraşsak mı?)

- http://plato.stanford.edu/entries/cognitive-science/

Wikipedia'daki de genel bir giriş, Türkçe Vikipedya'yı buna göre güncellemekte fayda olabilir:

- http://en.wikipedia.org/wiki/Cognitive_science

Bilgisayarcıların hazırladığı bir giriş sayfası:

- http://www.aaai.org/AITopics/html/cogsci.html

Dinamik sistem yaklaşımı ile ilgili:

- http://lgxserver.uniba.it/lei/mind/topics/00000034.htm

- http://www.cs.indiana.edu/~port/pap/ency.dec.htm

Özellikle Indiana'da bu konuda çalışan insanlar var diye biliyorum, hatta biri Boğaziçi felsefe bölümündendi sanırım, dinamik sistem yaklaşımını kendisi ile tartışmıştık, ilginç yaklaşımlar var.

Robert French isimli araştırmacının sayfası, bilişsel bilimler kavramının pek de yapay bir kavram olmadığına güzel bir örnektir:

http://www.ulg.ac.be/cogsci/rfrench.html

Aynı kişinin bebeklerin kedi ve köpek algılamaları (bilgi edinme, kategorizasyon, özellik kümeleri insan zihninde nasıl oluşuyor, görme sisteminin bununla bağlantısı, vs.) ve bunlar üzerindeki farklara yaptığı şaşırtıcı deneyler ve modeller. Çok ilginç bir çalışma! Felsefi spekülasyonun ötesine geçmenin ve değişik alanlardan bilgileri sentezlemenin gerekliliği üzerine:

- http://www.ulg.ac.be/cogsci/rfrench/infants.pdf

0
sefalet
Öncelikle verdiğiniz kaynak ve linkler için teşekkür ederim.

Başlangıç için söylemek gerekirse "Bilim Felsefesi" ve "Bilimsel Felsefe" ayrı kavramlardır.İlki bilimlerin yöntem ve kavramlarının çözümlenmesi olarak kısaca açıklanabilir.

"Bilimsel Felsefe" ki bu kavramın kullanılması bu felsefeyi savunanlar tarafından geleneksel spekülatif felsefeden ayırmak içindir.Yoksa "Bilimsel Felsefe" kavramı altında tanımladıkları Felsefe'nin kendisidir.Kavramın sözcüklerinden de anlaşılacağı gibi felsefe etkinliğinin bilimsel tabana oturtmak ile ilgilidir.1920-30 larda Viyana Çevresi diye tanınan filozoflar bilimlerin yarattığı yeni devrimsel yaklaşımlar yanında felsefenin ne durumda olduğunu ve ne başardığını sorduklarında verdikleri yanıt doğal olarak olumsuz olmuştur.Böylelikle felsefeyi geleneksel spekülatif yani salt kurgusal hatta edebiyata kaçan düşünce alanından kurtararak bilimsel yöntemlerin ve düşünce şeklinin kullanıldığı bilgi üreten bir konuma ulaştırma çabasına girdiler.Hemen bu hareketin sonrasında çıkan "mantıksal olguculuk" (neo-pozitivizm) yine bu hareketin devamı niteliğindedir.

Mantıksa Olguculuğun kurucularından olan "Hans Reichenbach" hitler almanyasından kaçıp ülkemizi gelmiş ve İst.Üniv. de dersler vermiştir.Kİtabını tavsiye ederim türkçe çevirisi Cemal Yıldırım tarafından yapılmıştır.(Bilimsel Felsefenin Doğuşu)

Bu felsefeciler masa başında roman kurgular gibi bir felsefe anlayışına karşıdırlar.Ve evet deney yaparlar başka şeylerde yaparlar aralarında çok ünlü fizikçiler, matematikciler de vardır.Ama asıl önemli olan felsefeyi bilimlerin ortaya koyduğu verileri inceleyen,çözümleyen ve bütünleştiren bir konuma getirmelerdir.Yani aynı bilişsel bilimler olarak adlandıran girşimin yapmak istediği gibi.

Bilişsel bilimler kavramı altında yapılmak istenileni anlıyorum ve tam arkasındayım.Eleştirdiğim nokta bunun Bilimsel Felsefenin işi olduğunu düşünmem.
0
FZ
Bu anlattıklarınızı ben bilimsel felsefe değil, "bilim felsefesi" başlığı altında dinledim ve çalıştım; evet Reichenbach, Schlick, Hempel, Feigl, Carnap, vs. Tümevarımsal akıl yürütmeyi mantıkla, matematikle temellendirme çabaları filan...

Bu dediklerinizden benim çıkardığım bilim felsefesinin (ya da bilimsel felsefe diyeceksek o geleneğe) bilişsel bilimlere rakip olduğu değil. Bilişsel bilimler ya da bilişsel bilim dünyasına bakacak olursanız -ki genellikle 1950'li yılların ortasından itibaren başlatılır (belki Turing filan deyip 1940'lara geri çekebiliriz), Turing, von Neumann, Chomsky, Minsky, vs. gibi isimlerle anılır- bir sentez çabasına tanıklık etmekle birlikte göreceksiniz ki tam olarak bilim felsefesi gibi bir şey değildir.

Öte yandan, masa başında oturup "felsefe yapmak" öyle yabana atılacak bir insan etkinliği değildir, elbette doğa bilimlerinden gelen pek çok şey vardır ancak bunların ötesine dair soru sormaya başladığınızda artık felsefe söz konusudur ve söz gelimi içinde yaşadığımız evren varlıkbilimsel (ontolojik) olarak deterministik midir gibi bir soruyu sorduğumuzda, dur ben gibi bir deney yapayım bakayım öyle miymiş demek mümkün değildir, burada artık felsefe yapmanız gerekir, çetin ceviz bir iştir ve argüman geliştirmek gerekir, bu bakımdan değerli bulduğum bir insan etkinliğidir. Ancak yukarıda da belirttiğim gibi bilişsel bilim bağlamında ele alınan konularla birebir rakip olma durumları filan görmüyorum ben. Öte yandan belki de hem felsefe hem de bilişsel bilimler yöntemleri ve temelleri açısından birtakım argümanlar öne sürebilir (yukarıda yaptığınız gibi) ve ilginç bir tartışmaya da yol açabilirsiniz.

Son olarak teşekkür etmek isterim, fazlamesai.net platformunda bu tür tartışmaların da yapılabildiğini görmek güzel.
0
sefalet
Aslında ben buraya üye değildim açık kaynak hakkında araştırma yaparken siteye uğradım yazıyı görünce ilgimi çekti.:)

Aslında bilim felsefesi adı altında evet bahsettiğimiz filozoflarda anlatılmaktadır çünkü aynı zamanda bilim felsefesi alanında da çalışma yapmış kişiler bunlar.

Rakip olmak değildi aslında benim kastettiğim sadece neyin neyi tanımladığı ile ilgili.Kendimi bilimsel felsefe yapmaya çalışan biri olarak gördüğüm için ve felsefeyi de bu şekilde algıladığım için aynı işleve sahip farklı isimde bir oluşumu garipsediğimden daha evvelki yazıları yazma gereği duydum.

örneğin belirlenimci (deterministik) bir evrende yaşayıp yaşamadığımızı sorarsam bunun için kalkıp deney yapmam ama deney sonuçlarına bakmam gerekir.Parçacık fiziğinden , astro fiziğe kadar birden çok alanın verilerini felsefemde veya sorduğum soruya cevap arayışımda kullanmak durumundayımdır.Bu bilimsel felsefenin gereğidir çünkü bilimsel felsefe dayanak noktasını hem yöntem olarak hemde "veri", "bilgi" olarak bilime dayandırır. Hatta bu soruya sağlıklı bir yorum veya yanıt bulmam için yalnız fizik değil canlı bilimi hatta ruhbilim gibi alanlarında geldiği noktaları değerlendirmem gerekir ve daha pek çok...

Masa başı işi derken bu bahsettiğim yöntemin tam tersini kastediyorum yani spekülatif felsefenin bilimsel verilere dayanmayan dayansa bile tutarlı şekilde yapılmayan daha çok öznel kurgulara dayanan bir yaklaşımdır bu.felsefe tarihinde de örneği çoktur.sonuç anlamsız,belirsiz metinlerdir.

yalnız yeni duyduğum bu bilişsel bilimleri çok yadırgamadığımı belirtmeliyim.Benimde felsefe yapabilmek için gerekli gördüğüm ve zaten ilgi duyup takip etmeye çalıştığım bilim dallarının bir bütününü adlandırmak için verilmiş sanki.Böyle bir sınıflamayı kabul edebilirim aynı "sosyal bilimler" kavramının bir sınıflama yapması gibi.Fakat anlamadığım nokta şurası ki bilişsel bilimler adı altında toplanan bilimlerin verilerini birleştirip bir bütün olarak resme bakmaya çalışan kişi kimdir? bilişsel bilimci mi?Eğer böyle bir bilişsel bilimler sınıflamasının dışında bir de "bilişsel bilim" diye birşey varsa benim eleştirmeye çalıştığım bu nokta.

Çünkü "bilişsel bilim"in yaptığı işi yapan kimilerine göre bir felsefe altkolu olan kimilerine göre felsefenin kendisi olan ve bilimsel felsefe olarak adlandıralan bir alan vardır.

özetle bilişsel bilimler sınıflamasına karşı çıkamam ama bilişsel bilim veya bilişsel bilimlerin sonuçlarını kullanarak resmin bütününe bakmaya çalışan bir alan tanımlamaya çalışırsak benim aklıma bilimsel felsefeden yada şahsi fikrim felsefe den başka bir tanım aklıma gelmiyor.
0
bm
Aman hazir gelmisken, gitmeyin diyeyim.

özetle bilişsel bilimler sınıflamasına karşı çıkamam ama bilişsel bilim veya bilişsel bilimlerin sonuçlarını kullanarak resmin bütününe bakmaya çalışan bir alan tanımlamaya çalışırsak benim aklıma bilimsel felsefeden yada şahsi fikrim felsefe den başka bir tanım aklıma gelmiyor.

Bu arada bir komplikasyon da 'filozof' sifatiyla para bulamayanlarin baslarina 'bilissel bilim' veya 'bilgisayar bilimleri' sapkalarini koyduklari zaman arastirma fonlarina ulasabilmelerindan kaynaklanan artniyet. Bu TR icin degil belki ama ABD icin kesinlikle dogru. Bunu kimse yazip soyler mi bilmiyorum, ama ilgili bolumler bunun gayet guzel farkindadirlar. Kotu niyet demiyorum, cunku en nihayet sizin de izah ettiginiz gibi felsefe aslinda bahsi gecen bircok alt alani kendiliginden kapsiyor.

0
sefalet
:) bm tartıştığımız konu hakkında birşey diyemem çünkü bilişsel bilimler in orda nasıl algılandığı nasıl organize olduğu konsunda bilgim yok.Ama bahsettiğin politik kaçamak yollar özellikle amerika da çok yapılmakta katılıyorum.amerikan tarzı tam.Oktay Sinanoğlu'nun da o çevreleri çok iyi bildiğinden iyi saptamaları vardır bu konuda.Özellikle fonların dağıtılmasında reklamın ve medya desteğinin önemi konusunda.
0
FZ
Valla aslında bu sorunun yani akademik dünyada bunun yeri nedir sorusunun muhatabı belki de Türkiye'deki iki kurumdur, Boğaziçi ve ODTÜ, çünkü sadece bu iki kurumda "cognitive science" programı var, Boğaziçi'nde sadece yüksek lisans, ODTÜ'de ise (bildiğim kadarı ile) yüksek lisans ve doktora seviyelerinde.

Bu arada bir iki şey, felsefeci elbette ki son bilimsel gelişmeleri takip edebilir, bir bakış açısına göre etmelidir de. Öte yandan bilimin şu anda cevap veremediği soruları ne yapacağız? Evren deterministik midir sorusunu araştırırken tabii ki pek çok somut bilgiyi göz önünde bulunduracağız ancak bununla ilgili mantıksal, felsefi, vs. problemleri ne yapacağız? Bazı şeyler deneyle mümkün değil ki, haydi gidip evrenin sonunu bekleyelim ve sonra kontrol edelim bizim teorimiz doğru muymuş vs. mi diyeceğiz? Yoksa "masa başında" kafa patlatıp bazı argümanlar mı geliştireceğiz? Pozitifistlerin tepkilerinin elbette sebebi vardır, kıta Avrupasının belli başlı felsefecilerinin o kafa yorucu ve neye tekabül ettiği belli olmayan metinlerine karşı tepki bence de gayet insani bir tepki ancak eleştirenler de eleştirilmemiş midir? Ne gözlemliyorsam odur olay, başka da bir şey konuşmamak lazım mevzu hakkında deyip kestirip attığınızda bırakın felsefeyi, bilimsel açıdan bile dar görüşlülüğe doğru yol almaz mısınız? (Yanlış anlama olmasın, belli bir dönemin mantıksal olguculuğunu savunduğunuzu iddia etmiyorum sadece "masa başı" düşüncenin haklı olarak eleştirilmekle birlikte topyekün reddedilmesinin de kabul edilebilir bir durum olmayabileceğine dikkat çekmek istiyorum).
0
sefalet
nasıl bilimde dayanaksız hayal gücü hayal olarak kalıyorsa ve bilimsel değeri olmuyorsa felsefe de farklı olmuyor.yoksa metafiziğin tam göbeğinde buluruz kendimizi.mantıkçı olguculuk bu bakımdan eleştirilmiştir fakat bunun çok gerçekci bir eleştiri olduğunu zannetmiyorum.

kimse bilimadamını veya felsefeciyi bilinen verilerin ötesini düşünmekten alıkoyamaz zaten bilim mevcut verilerden tutarlı öndeyiler yapmak suretiyle ilerler fakat bunun da yöntembilgisel yolları vardır.Bunun dışına çıkıldığında spekülasyon yapılmış olur.

Ama bunların dışında da bilimadamının ve felsefecinin bilimsel verilerin ve yöntemlerin çok dışında düşünmeye kimse alıkoyamaz.Fakat bu tür düşünce öznel düşünce den başka bir şey olarak adlandırılamaz.Yani bilimi yada felsefeyi bağlamaz.
0
bm
Birisi bir sosylojik arastirma yapip o pazarlama hallerinin ABD ABD oldugu icin mi yoksa sistemde fazla para ve az (adi turden) namussuzluk oldugu icin mi oldugunu cozmeyi denese cok hos olur. Mesela buradaki arkadaslarin sevdigi (benim anladigim) devlet destekli Uludag projesi var, arada sirada devletin para harcayacagi ortaya cikinca hemen birisi 'onun yerine bu paralar Uludag projesine gitse' deyiveriyor.

Belki guc odaklarina etki etmek icin dunyanin her yerinde olan birsey bu. Ben de yapiyorum bunu burada. Benimki 'devlet filanca yere para versin' degil 'aman ses cikartin, mevki sahipleri istedikleri gibi at oynatmasin' kaygisi, ama en nihayet yine bir kalabaligi bir guce etki etmek uzere yonlendirme cabasi. (Bilmiyorum ama benim anladigim Sinanoglu da bu konuda basarili).
0
batuhan_esk
Bilişsel bilimler konusunda güzel bir giriş olacağına iniadığım bir ekitaba dair bir linki paylaşmak istiyorum: “Mind: Introduction to Cognitive Science”
indirme adresi:

http://tkececi.wordpress.com/2009/12/23/e-kitap-mind-introduction-to-cognitive-science/

yazıldığına göre sitede kısa bir süre kalacakmış.
0
malkocoglu_2
||Düşünce mi dili belirler, dil mi düşünceyi belirler?
||Düşüncenin bir dili var mıdır?

Dusuncenin hangi dilde oldugu ilginc bir soru: Daha basit bir soru, dusunce dilinin, konusma dilinden bagimsiz olup olmadigi. Bu konuda teoriler duydugumu hatirliyorum. Deneysel olarak ispat edildigine emin degilim. Sahsi gorusum, dusunce konusma dilinden bagimsiz oldugu yonunde. Iki dilde gidip gelirken, insanin dusunce kaliplari ayni kalir (kalmali), yoksa yeni bir dile gecince aptal gibi kalirdik.

Fakat soyle bir durumda var: Bazi dusunceler ve kavramlar ilk kez o yeni dilde duyulmus/kullanilmis ve icsellestirilmisse, dogal olarak o dilde disari cikmayi istiyorlar. Fakat karsilik bulundugunda, zihindeki bagimsiz "formattaki" bilgi gayet guzel transfer oluyor saniyorum.

0
FZ
Sapir-Whorf hipotezi diye bir şey var bu mevzu ile ilgili. Dilde görecelilik iddiaları filan. 20. yüzyılın ilk yarısında çıkıyor ve epey de ilgi çekiyor. Yani işte filanca toplulukta falanca kavramlar yok demek ki adamlar bunu düşünemiyorlar filan gibi. Sonra tabii pek öyle olmadığı görülüyor. Günümüzde yani modern bilimde hiçbir dil diğerine üstün değildir düşüncesi hakimdir, sözcük sayısı, üretilmiş edebiyat falan farklı bir şey. İnsan dilleri -hangi dil olursa olsun- benzer karmaşıklıkta kabul edilir, nitekim alan çalışması yapan dilbilimciler ve sonra bunların topladığı veriyi inceleyen sözdizimciler, vb. ortak örüntüleri keşfetmektedirler.

Sapir-Whorf hipotezi ile ilgili:
http://en.wikipedia.org/wiki/Sapir-Whorf_hypothesis

Edward Sapir:
http://en.wikipedia.org/wiki/Edward_Sapir

Benjamin Whorf:
http://en.wikipedia.org/wiki/Benjamin_Lee_Whorf

Bir de tabii işte klişeleşmiş geleneksel geyikler vardır, efendim İngilizce'den çok kavram çıktı, yok efendim felsefede o kadar çok terim üretmiş Almanların düşüncesi çok gelişmiş olmalı. E yani bir ara da Latince popülerdi, çok uzun süre, ondan önce eski Yunan dili vs. Benim düşüncem: Hangi dili hangi bağlamda ne kadar çok kullanırsanız (bireysel değil toplumsal bağlamı kast ediyorum) o kadar çok ve sofistikte eser çıkar ortaya.
0
malkocoglu_2
Katilyorum... Turkce'de soyut kavramlar kimisine az geliyor, fakat bu alanda konusunlar/dusunenler arttikca, yeni kelimeler suratle eklenmekte... "Baglam" kelimesi mesela (nispeten yenidir), cerceve, sofistike, cetrefil, girift, vs. Sahsen deyimler dunyasinda da arsiz sekilde Ing.'den transferler yapiyoruz, iyi olanlari tutuyor, olmayanlarini "toplumun dil meclisinden" geri donuyor; Muhendislikte gereksiz olan ama musterinin istedigi bir sey icin "pembe fil istiyorlarsa pembe fil veririz", guzel bir numara (trick) icin "takla", vs.

Dilin bu sekilde gelismesini seyretmek, ayri bir haz ve eglence benim icin.

0
FZ
Düzeltme:

Demişim ki:

Günümüzde yani modern bilimde hiçbir dil diğerine üstün değildir düşüncesi hakimdir

Şöyle olacak:

Günümüzde yani modern dilbilimde hiçbir dil diğerine üstün değildir düşüncesi hakimdir

Bu arada geçenlerde mühendislik okuyan kardeşim bir sosyal bilimler dersi için (almaya mecbur kaldığı) bir ödev hazırlamıştı, sağdan soldan ve ağırlıklı olarak Internet'ten bulduğu kaynaklardan, ödevde şöyle bir cümle: "...Kürtçenin kırma bir dil olduğu bilinmektedir...." Benim tepkim: Bunu herhangi bir dilbilim hocasına söylersen sana doğrudan SIFIR not verir. Kast ettiğim şeylerden biri buydu, diller üzerinden çok ciddi ideolojik muhabbetler dönüyor ancak biraz bu konularla ilgilenmiş insanlar bunları görünce tüyleri diken diken oluyor. Bir dili yapısal olarak başka bir dilden üstün görmek gibi tavırlar filan. Maalesef modern dilbilim de aslında çok çok yeni bir dal, 40-50 yıl geriye götürebiliyoruz ancak yani dillerin formel, mantıksal olarak incelenmesini (yanlış anlama olmasın, tabii ki çok daha öncesinden diller inceleniyor, eski tabletler, vs. ama bu daha çok çeviri yapma, o dilin ne anlattığına bakma şeklinde, en genel anlamda insan dili nasıl bir mekanizmadır şeklinde bir inceleme değil), ve dünyada genç olan bu araştırma alanı tahmin edilebileceği gibi Türkiye'de çok yaygın değil. Çok sağlam hocalar var, son gelişmeleri öğrenip takip edip ülkeye geri dönen genç dilbilim araştırmacıları var ama hakikaten daha yolun çok başında gibiyiz geliyor bana, özel olarak Türkçe araştırmalarında, genel olarak dilbilim araştırmalarında.
0
malkocoglu_2
>>"...Kürtçenin kırma bir dil olduğu bilinmektedir...."

Cok yazik... Ustteki ornekte hangi ideolojik cikmaz sokaga girildigi belli; Ayni kaynakta bir satir altta herhalde "Kürt sozunun karda yürürken çıkarılan kart-kurt sesinden kaynaklandığı" gibi bilimsel saptamalar da bulunacaktir. Tam bir rezalet.

Bu arada, Noam Chomsky'nin dilbilimde yeri nedir? Bu alanda calismalari vardi zannediyorum. Google'a gore "Language and Mind" gibi bir eser yazmis.


0
bm
Dilbilim 'linguistics' degil mi? (Filoloji de olabilir diye dusundum bir an). Oyleyse, soyle soyleyim, Chomsky kendisini o alanda meshur eden calismalari yayinlamaya kalktiginda 'yahu guzel ama, boyle bir alan yok ki' seklinde cevaplar almis birisi. Oradan hesap edebilirsiniz.
0
FZ
Yaşayan insanlar içinde en çok atıfta bulunulan bilimadamı ünvanını taşıyor. Bunun sebebi bilimadamlığının yanısıra politika, medya, vs. alanlarda da inanılmaz üretken olması.

Modern dilbilimin kurucusu.

Bilgisayar bilimlerinde, derleyici tasarımı kitaplarında, vs. geçen Chomsky hiyerarşisi kavramının isim babası.

Halle ile birlikte yazdığı SPE kitabı ile (Sound Pattern of English) ile dilbilimde sadece sözdizim alanında değil fonoloji alanında da en önemli eserlerden birini yazdı.

1950'lerin ikinci yarısında yayınladığı bir eseriyle "davranışçılık" olarak bilinen psikoloji ekolüne indirdiği darbe ile de meşhur aynı zamanda. Yani tek alanı dilbilim değil görüldüğü gibi.

Uzun lafın kısası, kendi halinde insanların bakıp da "bu adam uyumuyor mu, günde 25 saat mi çalışıyor, o kadar politik kitabı ve bilimsel makaleyi ne zamana sığdırdı ki acaba, yoksa bir ikizi mi, üçüzü mü var ki?" demelerine yol açan bir profesör.

Dilbilimle ilgili yaklaşımını pek benimsemesem de felsefede Kant için sarf edildiğini düşündüğüm cümle Chomsky için de geçerli olsa gerek:

"Chomsky'ye karşı ya da Chomsky'den yana olabilirsiniz ama Chomsky'siz dilbilimden bahsetmek (en azından son 50 yıldır ve muhtemelen gelecek 50 yıl da!) mümkün değil."

Türk dilinde pek çok politik eseri yayınlanmış olmakla birlikte maalesef senin ismini verdiğin kitabı dışında bir dilbilim kitabı yayınlanmamıştır, zaten güzelim anadilimizde "hala" (!) yayınlanmamış bazı kitapları gördükçe insan "evet, müthiş bir entelektüel atmosferimiz var, ne güzel, insanın içi açılıyor, ferahlıyor" demektedir. Zaten bizdeki genel entelektüel yaklaşım, ben bilgiliyim ve İngilizce, Almanda, Fransızca, vs. biliyorum kardeşim, dünyadaki entelektüel tartışmaları kaynağından izlerim dinlerim, kaymağını da prestijini de dibine kadar her türlü platformda, medyada, vs. yerim, bir sürü genç de işte gitsin abuk sabuk bilgisiz, cahil cüheladan "sözde" dilbilim (bkz. Kürtçe kırma bir dildir), "sözde" mantık (bakınız Radikal'in başyazarının geçenlerde bahsettiği "Tanrı bir teoremdir, öne sürülmüş ama ispatlanmamış bir iddia" zzzzzzzırrrrvalığı), "sözde" felsefe (felsefe tarihi diye okuyun, genellikle hocalarımızın çapı ancak o kadarına yeter), "sözde" tarih (sadece savaşlar ve antlaşmalar, sonra işte elin Alman hocası gelir burada üniversite gençlerine Osmanlı tarihi anlatır, gençler salak olur kalır, aaa tarih dersi böyle de işlenebiliyor muymuş der) şeklinde bir yaklaşımdır.

Chomsky ile ilgili Türkçe çok çok çok çok kısa vikipedya bağlantısı:

http://tr.wikipedia.org/wiki/Noam_Chomsky

(Daha detaylı bilgi belki ekşi sözlükte vardır, genellikle insanlarımız popüler yerleri daha çok besledikleri için böyle "elit" (!) ve akademik (!) ansiklopedik çabaların Türkçe halleri gördüğünüz gibi biraz güdük kalmaktadır (oradan bilgileri filtreleyip, iyicene bir elekten geçirip vikipedyaya aktarma düşüncesi var kafamda, herkes kendi uzmanlık alanında bunu yapsa güzel olur diye düşünüyorum)).

İngilizce wikipediadan:

http://en.wikipedia.org/wiki/Noam_Chomsky

http://en.wikipedia.org/wiki/Chomsky_hierarchy

Yer yer sesli düşünme mantalitesi ile yazı yazdığımı fark eden FM okurlarına: kusura bakmayın, oluyor bazen böyle, sinirleniveriyor insan serbest çağrışımla aklına gelen şeylerden ötürü :)
0
sefalet
chomsky'nin Türkçe hakkında söylediklerini bulup okuyun pek bilinmiyor malesef.evet diller arasında şu ondan üstündür denemiyor belki ama bazı ciddi değerlendirme ölçütleri de mevcut.Ben daha Türkçeyi inceledikten sonra ona hayran olmamış bir dilbilimci okumadım.
0
Nightwalker
Ben de bu konuya girmek istiyordum, şu dillerin üstünlüğü mevzusunda. Misal Sinanoğlu Türkçenin matematiksel yapısından bahseder.

Birde lise edebiyat dersinden aruz vezni ile yazılan şiirlerin bestelenmeye çok müsait olduğuna, nota dizilimleri ile çok iyi uyum sağladığına dair bir bilgi kalmış aklımda.

Sorun üstünlük alçaklık meselesi değil ama acaba matematiksel yönden bir karşılaştırma yapılamaz mı ? ( Hani bilgisayardaki aynı işi yapan algoritmaların karşılaştırılması gibi )
0
FZ
Herhangi bir dilin matematiksel yapısı diye bir şey yok.

Formel olarak, mesela Chomsky tarzında formel (biçimsel) analiz çabaları var. Bu konuda da farklı ekoller var. Chomsky'ninkini benimsemeyen bilişsel gramer yaklaşımından tutun, Chomsky'nin devamı olan minimalist çerçeveye kadar. Ama bunlar matematik falan değil. Formel ancak öyle algoritma analizi gibi değil, kaypak bir zemin üzerinde yürüyor dilbilimciler çünkü teori her an yeni karşılaşılan dil verisi karşısında modifiye edilmek zorunda kalınabiliyor.

Müziği, dili, vs. kurallı hale getirmeye çalışabilirsiniz ama bu kesinlikle matematik gibi değil, hatta fizik gibi bile sayılmaz. Ama işte kullanılan araçlar yani diyagramlar, formüller filan matematikteki gibi görününce sanki doğrudan matematik gibi algılanabiliyor.

Türkçenin matematiksel yapısı var, İzlandacanın daha zayıf bir yapısı var gibi cümlelerin hiçbir manası yok. Bu cümleler hiçbir şey anlatmamaktadır.
0
bm
Türkçenin matematiksel yapısı var, İzlandacanın daha zayıf bir yapısı var gibi cümlelerin hiçbir manası yok. Bu cümleler hiçbir şey anlatmamaktadır.

Anlatiyor galiba ama anlattigi Turkceyle ve matematikle ilgili olmayabilir. Bildigimden soylemiyorum ama belli ki Sinanoglu'nun okumus insanlar uzerinde bir etkisi oluyor boyle seyler soyleyince. Tam ne der, o etki nedir ben henuz bilmiyorum. Kitaplarina bakmak lazim. Yahut birisi bu konuda bir alinti gecerse cene yaristirabiliriz belki.

0
Nightwalker
Bir kavram karmaşasına müsaade etmemek için hemen aklımda kaldığınca alıntı yapayım. Sinanoğlu şunu söylüyor;

Türkçenin bir bilim dili olmaya uygun olmadığını söyleyenlere karşı ; Matematikçilerin türkçenin matematiksel ve bilime çok uygun bir yapısı olduğundan sözettiğini söylüyor.

Konu ile ilgili iki bağlantı:
Sinanoğlu ile benzer görüşlerin savunulduğu bir makale;
http://www.byebyeturkce.com/yazilar.htm

bu ikincisini tam olarak okuyamadım ama ilginç görünüyor türkçenin matematiksel yapısı üzerine somut biri iki hesaplama var;
0
bm
Ben simdi okudum bunu. Birkac yerini komik buldum (bilgi birikiminin artmasina ornek olarak bilgisayar hafizasinin gosterilmesi mesela). 'Turkce yapi itibariyla bilim icin yetersizdir' lafini da simdiye kadar ilk defa duyuyorum, burada bir klasik once sacmalik iddia edildigini iddia edip sonra sacmaligin sacmalik oldugunu gosterme oyunu mu var, yoksa insanlar hakikaten bunu soyluyorlar mi anlamadim. Makalede bunu nereden bakacagim da soylenmemis, onun icin teyid etme imkanim olmadi.

Tavsiye edilen yaklasimlarin cogu otoriter ve devletin insanlari gutmesinin dogal oldugunu sorgulamayan bir temel uzerine oturtulmus. Bu yazar benden buyukse, 70lerde Turkce hocalarinin bazilarinin sopayla oz Turkce konusturtmaya calistiklarini hatirlayacaktir. Bunu da devlet yaptiriyordu ('defa ne demek bir defa' diye girisen hocam bile oldu benim, 'kez' denecekmis kendisi ne kizinca unutmasina ragmen). Benim sahsi tecrubem boyle oldugu icin 'filanca kurum devletin vergi vesayir odununu kullanarak birseylar yapsin' diye bir ifade duyunca alerjim depresiyor, o yuzden haksizlik ediyor olabilirim.

Dille oynayip sacmalamak bence planli veya plansiz Ingilizce hegemonyasi, yahut Turkceyi yok etme girisimlerinin degil memleketteki umumi aptallasmanin sonucu. Dille mesaj verme sacmaliginin ustune bir de ozenme sacmaligi oturmus gozukuyor. Bu sayade sahdik sahbaz olduk gibi geliyor bana. Sadece Ingilizce icin mevu bahis degil bu durum, bazi basin organlarinda Arapca kullanmak icin nasil kivranildigi, Turk isimlerindaki t'lerin d yapildigi da ortada.

Bu garipligin disinda ve uzerine, bence (belki kendim de yaptigim icin) hakli olarak isyan edilen sey gerek teknik gerek gundelik konusmada dili Turkcelestirirken anlami sifirlayan ifadeler peydah olmasi. Insanlar oneriyorlar ama teklif mi ediyorlar tavsiye mi? Ongoruyorlar, ben n'aptiklarini anlamiyorum. Umarken tahmin mi ediyoruz temenni mi? (bu temenniydi tahim yerine de gecmeye baslamis) Nicin hersey bir 'olay' yahut yari-okumuslar icin bazen 'olgu' oluyor? N'olmus? Niye devamli sok gecirip, dehsete dusup, imza atiyoruz? Ben bir ara da ABD'deki Turklerin bazilarinin mumkun ile muhtemelin farkini bilmezmis gibi herseye olasi dediklerini farkedip sasirmistim. Bunlar Turkce konusmak fenadir iddiasinin ornekleri degil, kendimizi bazi seylere zorlarken ifade etmeye calistigimiz kavramlar uzerindeki hakimiyetimizi kazaya ugratabildigimizin ornekleri. Eger bu ifade gucu kayiplarinin farkedilmedigi bir ortamda teknik alanda topyekun tercumeye kalkisirsak verdigimiz zarari farketmeyebiliyoruz. Lisp tercumelerine yardim etmeye calistigim kadro ile bunun acisini cok cektik. Aceleyle ve belki tercumesi yapilan konunun kendisine yeterli derecede hakim olunmadan Teknik dile sokulan Turkce karsiliklarin bazen zararli olabildiklerini farkettik.

Ben dilbilimci olmadigim gibi, bu konularda da hem bilimsel acidan hem de oldugunu tahmin ettigim cekismenin mahiyetini bilmedigim icin cahilim. Ben Turkce'nin kaybolacagina da inanmiyorum, boyle bir tehlike olduguna da inanmiyorum, bu milletin kullandigi kelimeye gore vergilendirilmeye razi olacagina da. (uydurmuyorum bunu, o yazida tebala vs. icin tavsiye ediliyor bu). Bilisimde kullanilan Turkce, bu yazida bahsedilen devlet kurumlarindan daha cok FM vs. gibi guruplardan cikacak zaman icinde bence. Sokakta kullanilan Turkce'nin zayifligi ve edinilen sacma sapan Ingilizce aliskanliklari, bunlarin arkasindaki genel hastalik (karaktersizlik, ozenti vs.) ne ise ondan bagimsiz tedavi olmaz gibi geliyor bana. Bugun koselerinde Ingilizce kelime kullanan kose yazarlarinin cogu zaten eskiden beri memleketimizde var olan kaypak serefsize adam deme hastaligimizin yeni rengiyle kendini belli etmesi. Ruzgar baska taraftan eserse bunlar Arapca da konusurlar, Farsca da, en oz Turkce de. Bunlarin meramlarini ne dille anlattiklariyla ilgilenmeyi kesip soylediklerinin ne olduguna, nicin kamuoyu olusturabilecek yerlerde olduklarina bakmaliyiz bence. Tehlike varsa, alameti orada cunku.
0
Nightwalker
Sanırım genel olarak uzlaşıyoruz. Bu arada ikinci yazının adresi çıkmamış onu da vereyim. İlkinden biraz daha farklı ve ilginç :)

burada [www.zekaproblemleri.com]

0
sefalet
düşünce-dil ilişkisi çok tartışılmış bir konudur hemde birden fazla alanda.İyi tanımlamalar olduğu kadar pek çok yanlış yorumlar vardır.

örneğin dil düşüncenin olması için şarttır veya düşünce dilden bağımsız bir olgudur gibi.tabi buradaki dil genelde günlük konuşma dilimizdir.

kişisel fikrim bu genel iki düşüncede pek sağlıklı değildir.Önce düşünce ve dil kavramından ne anladığımızın açıklanması gerekir.

Düşüncenin beynimizdeki sinir ağlarının etkileşmeleri sonucu ortaya çıkan bir şey olduğunu bugün rahatlıkla söyleyebiliriz.Bu sürecin ayrıntıları hakkında daha pek çok bilmediğimiz nokta olsa da
ilk yargımızı olmsuzlayacak bir veri elimizde yoktur.Tabi düşünce genel anlamda alınmamalı yani kafamızda canlandırdığımız herşey düşünce değildir en azından benim bu yazıda kullanmak istediğim anlamda değil.Daha çok akıl yürütme eylemi kastettiğim.

Sinir ağlarına yakından bakıldığında bunların bir takım verileri elektriksel olarak taşıma işlevine sahip olmaktan başka bir işleri yok gibi görünmektedir.İşte püf nokta burasıdır düşüncenin gerçekleşmesi için sinir ağlarından ve tek tek sinirlerden birşeylerin geçmesi gerekmektedir.Yani kısacası düşüncenin ortaya çıkması için bir veri girdisi olmalıdır.Konuşma dilimiz düşüncenin gelişimi açısından önemli olmuştur hemde çok çünkü bu girdiyi sağlmaktadır.Ama bu demek değildir ki düşünce yalnız konuşma dili ile ortaya çıkar.Biraz evvel belirttiğim gibi gerekli olan sinir ağlarında ağların birbiriyle etkileşimini sağlayabilecek bir araçtır.Bu illa konuşma dili olmak zorunda değil.Matematiksel düşünme hatta matematik kavramlarıyla düşünmede düşünmedir.Burada da aracı matematiksel kavramlardır.Veya işitsel de olabilir düşünme şekli seslerin aracılığıyla yahut resimsel de olabilir.Tüm bunların hepsi veri dir ve özel olarak zihinde kodlanıp bir sinirden diğerine geçirilebilir.Bilindiği gibi beynin kendine veri gelmeyen bölgeleri daha doğrusu belli müddet uyarılmayan bölgeler bir süre sonra işlevsiz hale gelmektedir.Sanırım bu olgu girdinin insan beyninin işleyişi için ne kadar önemli olduğunun bir göstergesidir.

O yüzden düşünce-dil ilişkisinde eğer dil kavramını her türlü algısal veri sistemleri olarak ele alırsak evet düşünce dil aracılığıyla olur diyebiliriz.Ama düşünce yani akıl yürütme, yeni girdiler yarattığından düşünce-dil ilişkisinin döngüsel olduğunu belirtmekte de yarar var.Kısacası hem dil düşünceyi oluşturmakta hemde düşünce dili.
Görüş belirtmek için giriş yapın...

İlgili Yazılar

Dr. Güzeldere ile robotlar, yapay zekâ, bilişsel bilimler üstüne bir sohbet

FZ

Milliyet'ten Derya Sazak, Dr. Güven Güzeldere ile bir röportaj gerçekleştirmiş. Röportajda ele alınan konular arasında yapay zekâ, bilişsel bilimler, beyin ve zihin araştırmaları, Türkiye'deki akademik durumun dünyadaki yeri gibi konular var. Röportajdan birkaç çarpıcı kısmı alıntılamak gerekirse:

"Felsefi meseleleri ya da bilimle teknolojiyle ilgili şeyleri toplumdan, siyasetten bağımsız düşünmek imkânsız. Ama birinden ötekine giden yol uzun ve karmaşık olabiliyor. Duke Üniversitesi ile Boğaziçi Üniversitesi'ndeki değişim programı çerçevesinde bu yaz İstanbul'a gelerek bilişsel bilimler üstüne ders verdim. Dersimizin adı 'Tanrı üzerine düşünmek'ti. ABD'li ve Türk öğrencilerle zor ve karmaşık bir alanı, 'inanç dünyası konusunda nasıl düşünülebilir' sorusunu tartışmaya açtık. Eğer yolumuzu bulacaksak bazı varsayımlardan başlayıp sonuçlara ulaşacaksak, doğru düşünebilmeyi öğrenmemiz lazım. Bu bilimsel düşünmenin yöntemidir ama inanç dünyasına da uygulanabilir."

Ege Üniversitesinden Sinirbilim Dersleri

anonim

Daha önce bu sitede yabancı üniversitelerin canlı ders materyallerine ilişkin pek çok haber yapıldı. Ben bu haberleri her zaman "neden bizde yok" diyerek izledim. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesinin buradan ulaşabileceğiniz sayfasında editörlüklerini Kandel, Schwartz ve Jessel'in yaptığı "PRINCIPLES OF NEURAL SCIENCE" kitabının konuları Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı ve E.Ü. Beyin Araştırmaları ve Uygulama Merkezi'nin ortak aktivitesi olarak 'Sinirbilim Dersleri' olarak aktarılıyor. Bu sitede geçen bütün YSA, YZ ve bilişsel bilimler tartışmalarına faydalı bir kaynak olması dileği ile...

6 Milyon Dolarlık Adam

anonim

Yaşı biraz ileri olanlar bu diziyi hatırlayacaklardır. Ve o gün geldi sayılır. Ntvmsnbc'de yer alan habere göre ABD’de kaza sonucu kollarını kaybeden bir kişiye, düşünerek hareket ettirebildiği biyonik kollar takıldı.

Jesse Sullivan, yapmak istediği her hareketi beyninden giden komutlarla birkaç saniye içinde, 360 derece dönebilen, yapay eline yaptırabiliyor.

Türkçe Bilişsel Bilim Sitesi

FZ

Bilişsel Bilim ülkemizde çok az sayıda kişinin farkında olduğu ve üzerinde çalıştığı bir bilim dalı. Tamamen bu konuya adanmış bu sitenin amacı hem bilişsel bilim konusunda çalışanları ve bu konuya ilgi duyanları bir araya getirerek birikimlerini paylaşacakları bir ortam oluşturmak hem de kamuoyuna bu yeni bilim dalını ve önemini anlatmak.

İlk Programlanabilir Robot

sefalet

İlk programlanabilir robotu tarihte ilk kim yapmıştı? Leonardo Da Vinci (demir adam, codex atlanticus vs.) hemen akla gelen seçeneklerden biri, fakat çok daha eskiye giden pek çok örnek var. Örneğin 12. yüzyılda yaşamış Türk bilim adamı El Cezeri'yi unutmamak gerekiyor.