Bir öyküyü öykü yapan öğeler nelerdir? İnsanlar, sorunlarını nasıl çözerler? İnsanlar neden kimi olayları unuturken kimi olayları anımsayabilirler? Neden belli bir yaştan önceki anılarımızı anımsayamayız? İnsanlar, neden okudukları aynı yazıdan farklı anlamlar çıkartırlar? Nasıl bir eğitim düzeni, insan yavrusunun gelişimi için en ülküselidir? İnsanlar, nasıl olup da iletişim kurabiliyorlar? Düşük özgüvenli insanlarla yüksek özgüvenli insanlar, hangi noktalarda ayrılıyorlar?
Aynı koşullar altında, bir insan cinayet işlerken öteki işlemiyorsa, bunu neye bağlayabiliriz? Yaşlılar, daha çok mu bulmaca çözmelidir yoksa hücrelerini dinlendirmeliler midir?
"Beynimizin yalnızca % 10'unu kullanıyoruz." sözü doğru mudur? Doğruysa, geriye kalan bölümü nasıl harekete geçirebiliriz?
İşte, gelişigüzel olarak sıralanmış, ilk akla gelen
sorular. Bu sorular, bilişsel bilimlerin yanıt aradığı
sorulardan yalnızca bir bölümüdür. Bir bölümüne yanıt
bulunmuştur, bir bölümüne bulunmamıştır. Yanıtları
verilmiş olanlardan bir bölümünün yanıtları daha sonra
geçersiz sayılabilmiştir. Yanıtların birçoğu, belli
bir konuyu kapatmak yerine, yeni sorulara yolaçmıştır.
Bilişsel bilimler, böylece, elinde uçsuz bucaksız
sorularla, onyıllardır ilerlemektedir ve öyle obur bir
biçimde ilerlemektedir ki, bu ilerleyişin kimi
gözlemcilerine göre, bu durum, gelecekte, ayrı bir
Bilişsel Bilimler Fakültesinin açılmasını
gerektirecek gibidir.
Bilişsel bilimler, genel olarak, insanı, kendini ve
dış dünyayı temsil eden bir varlık olarak kavrama
savındadır. Bu bilimlerin içinde, az sayıda da olsa,
insanı, temsil eden bir varlık olarak görmeyen
yaklaşımlar da elbette bulunmaktadır; ancak bunlar,
dizgesel (sistematik) olmaktan uzaktır ve alandaki
yaklaşımların çok küçük bir bölümünü oluştururlar.
Dolayısıyla, bilişsel bilimlerin konusunu, temsil eden
varlıklar oluşturur. Ancak, "temsil eden varlıklar"
nitelemesi, çok da açık-seçik değildir.
Araştırmacıların hangi varlıkları "temsil eden
varlıklar" olarak sayıp saymadığına göre, bilişsel
bilimlerin konusu, genişlemekte ya da daralmaktadır.
Örneğin, "tek hücreliler, temsil eden varlıklar
mıdır?" gibi bir soruya verilecek olumlu yanıt, tek
hücrelileri bilişsel bilimlerin konusu yaparken;
olumsuz bir yanıt, dirimbilim (biyoloji) alanına
gönderir. Bu yönüyle, tek hücrelilerin bir benliğinin
olup olmadığı, tartışmalıdır.
Aynı biçimde, beyin hücrelerinin tek başlarına olmasa
da birarada, dünyayı ve insanın kendisini temsil
yeteneğine sahip olduğu bilinmektedir. Öte yandan,
"böbrek hücreleri, temsil eden varlıklar mıdır?" gibi
bir soruya verilecek olumlu bir yanıt, aynı biçimde,
böbrek hücrelerini bilişsel bilimlerin konusu
yapacaktır.
Sorulara dönersek, soruların konu olarak türdeş
olmadığı göze çarpmaktadır. Yanıtların da yöntem
açısından türdeş olmadığı, bu bölümün ilerleyen
sayfalarında görülecektir. Demek ki, iki tür
türdeş-olmazlıkla karşı karşıyayız: Konu farkları ve
yöntem farkları. O zaman bilişsel bilimleri oluşturan
konuları ve yöntemleri sıralayalım.
Alanlar
Bilişsel bilimlerin, temelde, aşağıda belirtilen
alanlardan oluştuğu, daha doğrusu, bu alanların temsil
eden varlıklarla ilgilenen dallarından oluştuğu, genel
olarak kabul görmektedir.
Yansıbilim (Psikoloji): Yansıbilimin çeşitli düşünsel
okullarını alt alta dizdiğimizde, yansıbilimin insan
ve diğer hayvanların davranışlarını, algılarını,
bilişsel yapılarını (zihin, akıl, zeka vb.) ve
duygusal niteliklerini vb. incelediği söylenebilir.
Bilişsel bilimlerin öncüllerini, yansıbilim tarihinde
görmek, olasıdır. Zeka ölçekleri, geçen yüzyılda,
oldukça fazla çalışılmış bir konu olmuştur. Yine
bunlara koşut olarak gelişen bellek çalışmaları,
insanın unutma ve anımsama süreçlerini, bilimsel
araştırmanın alanına sokmuştur.
Dilbilim: Dilbilim, geleneksel olarak, üç alt-alana
ayrılır:
a) Anlambilgisi: Anlambilgisi, dil birimleri
(sözcükler, tümceler, deyimler vb.), kavramlar ve
nesneler arasındaki ilişkiler ve anlam üzerine
çalışır.
b) Sesbilgisi (Fonetik) ve Sesbilim (Fonoloji):
Sesbilgisi, insan dilindeki varolan ve varolmuş
sesleri ve varolmayan, ancak varolmasına engel olmayan
sesleri; daha doğru bir deyişle, insanların ses
uzuvlarından çıkabilecek her tür sesi inceler.
Sesbilim ise, belli bir dildeki sesleri inceler.
c) Sözdizimi: Sözdizimi, tümce yapısını ve tümcelerin
dilbilgisine uygun olup olmamasının altında yatan
kuralları inceler.
Dilbilim, bunların dışında, "yansısal dilbilim
(psikolinguistik)" başlığı altında, dil ve
yansıbilimsel yapı arasındaki ilişkileri; "toplumsal
dilbilim" başlığı altında, toplumsal sınıflar ve
yöreler arasındaki dilsel çeşitlemeleri;
"kullanımbilim (pragmatik)" başlığı altında, dil
birimlerinin kullanımı ve iletişim gibi konuları;
"söylem çözümlemesi" başlığı altında, metinlerin
tutarlılığı ve bütünlüğü gibi konuları incelemektedir.
Felsefe: Felsefenin böyle bir bilim demeti içerisinde
bulunmasına şaşmamak gerekiyor. Öte yandan, bu durum,
eski bir soruyu, "felsefe, bilim midir?" sorusunu
gündeme getiriyor. Daha bu soruya gelmeden, "bilim
nedir?" sorusunu yanıtlamak gerekiyor. Ancak, bu, ayrı
bir bölümün konusudur.
Felsefe, belli bir yaşa gelmiş aşağı-yukarı herkesin
örtük bir biçimde tanımlayabileceği bir bilgi toplamı
olagelmiştir. "Felsefe yapma!" sözünde, "laf salatası"
ile eşdeğer görülürken, "yaşam felsefesi" deyişinde,
oldukça önemli bir konuma yerleştirilmektedir. Öte
yandan, felsefenin bilişsel bilimlere katkısı,
bunlardan farklı bir noktadadır: Bilişsel bilimlerin
bulguları, bizi, insan anlayışımızda değişikliklere
zorlamaktadır. Gündelik yaşamda, "zeka"dan,
"zihin"den, "ruh"tan vb. sözedilirken, felsefe,
öncelikle, bilimin bu kavramlarla yapılıp
yapılamayacağını; yapılabilirse, bu bilimin
sınırlarının ne olacağını gözler önüne serip yeni
kavramsallaştırmalar önermektedir. Ayrıca, yeni
bilişsel bilim çalışmaları için açılımlarda
bulunmaktadır.
Yapay Zeka: Bu alan, bilişsel bilimlerin kimilerine
göre en önemli öğesidir. İnsan zekasını modellemek
savıyla yola çıkılmıştır. Ancak, insan zekasından çok,
zekayı modelleme çabası içerisinde olduğu izlenimi
vermektedir. Kimi araştırmacılar, bu modelleme
çabasını, Disneyland'e benzetmişlerdir. "Disneyland,
gerçek dünyaya ne kadar yakınsa, yapay zeka
çalışmaları da, insana o kadar yakındır" demişlerdir.
Bu, çok tartışılmış bir nokta olagelmiştir.
Yapay Zeka alanına bakıldığında, dikkati çeken bir
nokta şudur: Araştırmacılar, iki kampa bölünmüş
durumdadırlar: Biçimciler ve izlenceciler (programcı).
Biçimciler, insanı modelleme çabasında, onu
görüntüsüyle yansılamayı amaçlamış, bunun için robot
çalışmalarına ağırlık vermişlerdir. İzlenceciler ise,
zeki davranışları, daha doğrusu, verili bir sorun
durumunda gelebilecek zeki yanıtları modellemeyi
amaçlamışlardır. Bunun için, robot yapmak yerine,
izlence yazmışlardır.
İnsanbilim (antropoloji): İnsanbilim, adında
belirtildiği gibi, insanı çalışır. Ancak, birçok
bilim, insanı çalışır. Arada ne fark vardır? Aradaki
temel ayrım, insanbilimin bir "gibi" bilimi olmasıdır.
İnsanbilimci, çalışmasını, örneğin, "Avustralya
yerlisi olmak, nasıl bir duygudur?" türü bir soru
çevresinde biçimlendirir. Oradan kalkarak, bir
topluluğun yaşayış biçemine (stil) odaklanır.
İnsanbilimin, bilişsel bilimleri özellikle
ilgilendiren bölümü, insan topluluklarının ortak
inançları, bu inançlarla karşılıklı etkileşim içinde
gelişen gelenekleri, gündelik olarak kullandıkları
ötegöndermeler (metafor) vb.dir. Kimi araştırmacılar,
bu yaklaşımla, örneğin, doğum ve ölüm
ötegönderimlerini ele almaktadırlar.
Eğitbilim: Eğitbilim, bilişsel bilimler içerisinde,
daha işedönük kaygılarla yer almaktadır. Bilişsel
kuramları, eğitim sürecinden daha fazla verim almak
için kullanmaktadır. Küçüklükten başlayan örgün
eğitimin belli bir sırası vardır. Hiçbir insan
yavrusu, 5. sınıftan başlayıp, sonra 1. sınıfa geçmez.
Eğitim düzeninin altında, öğrenmenin belli bilişsel
önkoşulları olduğu biçiminde temel bir varsayım
vardır.
Sinirbilim: Sinirbilim, yine adından anlaşılacağı
üzere, sinirsel süreçleri inceler. İnsandışı hayvanlar
üzerinde yapılan bölgesel zarar verme çalışmalarında
ve ilaç verme çalışmalarında, çeşitli süreçlerin
sinirsel ve kimyasal düzeneği ortaya çıkarılmaktadır.
Ancak, sinirbilimin bilişsel bilimler içerisindeki
konumu, çok yerleşik değildir. Sinirler, bağımsız
temsil yeteneği olmayan birimler olarak
düşünüldüklerinden, sinirbilimin bir bilişsel bilim
olup olmadığı, tartışmalıdır. Bu tartışmanın,
çalışmanın ilerleyen sayfalarında, kırılma noktaları
yarattığını göreceğiz.
Yöntemler
Yöntem tartışmasını, satranç oyuncuları örneğinde ele
almak, metnin akıcılığını sağlayacak:
Felsefel Yöntemler: Felsefel açıdan baktığımızda,
şunları sorabiliriz: Satranç oyunculuğu için, ayrı bir
zihinsel dizge var mıdır? Satranç oyunculuğu, genel
bir zekanın bir ürünü müdür? Ustalık nedir? Ustalığı
ussallıktan ayıran nedir? Bu tür soruları, felsefel
yaklaşım, uslamlama (reasoning) yolu ile yanıtlamaya
çalışır. Ancak, bu yanıtlar, kaynağı belirsiz bir
noktadan çıkmazlar; felsefenin uzak ve yakın tarihiyle
ilişkilendirilirler.
Dilbilim Yöntemleri: Dilbilim açısından satranca
bakarsak şu tür sorular ortaya çıkar: Satranç
tahtasında, iki taraf arasındaki ilişki ne tür bir
ilişkidir? Bu ilişkinin, genel iletişim kuramlarında
sıklıkla anılan kodlama-kod çözme yaklaşımlarıyla
açıklanması olanaklı mıdır? Oyuncuların oyun
sırasındaki sözel ve sözel olmayan bildirimleri,
bilişsel süreçleri etkilemekte midir? Öte yandan,
şimdiye dek yapılan çalışmalarda, dilbilimsel yöntemle
satranca bakan çalışmaların sayısı, yok denecek kadar
azdır.
Mühendislik Yöntemleri: Mühendislik yöntemleri,
satrancın kurallar dizgesine odaklanır ve en iyi
başarımı (performans) gösteren bir izlence (program)
yazar. Bu yaklaşımların çoğu, insan zekasını, sorun
çözme becerisi olarak görürler. Bu nedenle, insan
zekasının herhangi bir alanında modelleme
yaptıklarında; sorunun girdileri, çıktıları, sınırları
ve yöneylemcilerini (operatör) saptarlar. Satranca
baktığımızda, girdiler bellidir: Oyun kuralları,
taşlar ve oyuncular. Çıktı bellidir: Mat. Sınırlar
bellidir: Kurallar, girdi oldukları gibi, sınırları da
koyarlar. Dolayısıyla, satrançta bulunması gereken,
hangi yöneylemlerin uygulanacağıdır.
Mühendislik yaklaşımlarının bir başka özelliği ise,
yansıbilimin sunduğu deneysel bulguları modelleyip
öngörülerin gerçekleşip gerçekleşmediğine bakmasıdır.
Mühendislik yaklaşımları, bu yönüyle, deneysel
bulguları tümleyici bir özellik göstermektedir.
Mühendislik yaklaşımlarının temel olarak
eleştirildikleri nokta, en ileri başarımı
hedeflemeleri, insanın bilişsel sınırlarını ve
yanılabilirliğini dikkate almamalarıdır. Mühendislik
bakışının satrancı kavramaya yönelik çalışmaları, bu
nedenle, "'kaba kuvvet' yaklaşımı" olarak
adlandırılmaktadır. İnsanlar, satranç oynarken, çok
sayıda olasılığı hesaplayamazlar. Bellek sığaları,
bilgisayarlarla karşılaştırıldığında, oldukça dardır.
İnsanlar, kestirme yollar kullanırlarken; bilgisayar
oyuncular, çok sayıda olasılığı hesaplamaktadırlar.
Sonuç olarak, mühendislik yaklaşımlarına ilişkin temel
bir sorun, gerçeğe bağlılık (fidelity) sorunudur.
Yansıbilimsel Yaklaşımlar: Yansıbilimsel yaklaşımlar,
daha çok, deneysel ortamlar yaratıp değişkenlerle
gerçel zamanda oynayarak çıkan etkilere bakarlar.
Örneğin, satranç ustalarını yeni başlayanlardan ayıran
öğe, ustaların daha iyi bir belleğe sahip olmaları
olabilir. Yansıbilimsel yaklaşım, bunun için,
ustaların belleğini ölçebilir. Aynı biçimde, satranç
ustalarının ustalığı, oyundaki örüntüleri (pattern)
saptama becerilerinden kaynaklanabilir. Bunu sınamak
için, ustalara değişik örüntüler ve örüntüsüz,
seçkisiz oyunlar sunulabilir. Örüntüsüz durumlardaki
akılda tutma düzeyleriyle, örüntülü durumlardaki
akılda tutma düzeyleri, karşıtlanabilir.
İnsanbilimsel Bakış: İnsanbilimsel bakış, satranç
tahtası ve oyuncular yerine, genel bağlama odaklanır.
Toplumda, satrancın konumu nedir? Diğer bilişsel
etkinliklerle toplum ölçeğinde ilişkisi nedir? Benzer
oyunların yaygın bir biçimde oynandığı toplumlarla bu
tür oyunların yaygın bir biçimde oynanmadığı toplumlar
karşılaştırıldığında, oyuncuların arkatasar
(background) bilgilerinin birbirlerinden farklı çıkma
olasılığı bulunmaktadır. Dolayısıyla, dizge (sistem)
girdilerinin, büyük ölçekli bağlama göre çeşitlilik
gösterme olasılığı dikkate alınmaktadır. Ayrıca, diğer
alanlar için olduğu gibi, satrancın bir bilişsel
etkinlik olarak tarihsel gelişimi de, insanbilimin
inceleme konusudur.
Sinirbilimsel Yaklaşım: Sinirbilimsel yaklaşım,
satranç için, beyin ve sinir görüntüleme
yaklaşımlarını kullanır. Oyun oynanırken, beyinde
hangi bölgelerin etkinleştiğini ya da oyun oynanırken
ne tür bir sinirsel düzeneğin etkinleştiğini saptar.
"Satranç ustalığı, genel bir zekanın bir ürünü müdür?"
gibi bir soruya, genel zekaya ilişkin bir deneysel
ortam yaratıp o ortamda hangi beyin bölgelerinin ve
sinirsel düzeneğin etkinleştiğini saptayarak ve
bunları, satranç oyunu sırasında etkinleşenlerle
karşılaştırılarak yanıt vermeye çalışır.
Ayrıca, sinirbilimsel yaklaşımlar, ilaç çalışmalarıyla
birlikte anılmaktadır: Belli tür ilaçların, beyinde
kimi bölgelerin çalışmasını ayrıksı (differential)
olarak engellediği bilinmektedir. Sinirbilimsel bakış,
örneğin, dikkat dağıtıcı bir ilaç vererek,
oyuncularının başarımını ve davranışlarını
inceleyebilir. Bu yöntemi çeşitli kereler kullanarak,
satrançtan sorumlu sinirsel ve kimyasal düzeneği
ortaya çıkartabilir.
Eğitsel Yaklaşım: Eğitsel yaklaşım, "satranç,
öğretilebilir mi? Öğretilebilirse, nasıl? Genel zeka
geliştirme çalışmaları, satranç becerilerini
geliştirir mi?" gibi sorulara yanıt arar. Bunun için
deneysel sınıflar oluşturur: Bir öbek öğrenciye belli
türden bir eğitim verilirken, bir başka öbek öğrenciye
başka türden bir eğitim verilir. Eğitim türünün
sonuçları, karşılaştırılır.
Eğitimin toplumsal yönü olduğu gibi, bilişsel yönü de
vardır. Çocuklar ve gençler, toplumsal yaşama
hazırlanırken; bir yandan da zeka gelişimleri
gerçekleşmektedir. Eğitsel yaklaşım, ayrıca,
uygulanagelen eğitim izlencelerinin verimini
araştırır.
Eleştiriler
1) Bireycilik ve Dağıtık (Distributed) Biliş:
Yukarıdaki çeşit çeşit yaklaşımda ortak paydalardan
biri, insanı, bir birey olarak almasıydı. Ancak,
insanların belli toplumsal bağlaşmalar içinde yaşadığı
bilinmektedir. Böyle bireyci bir yaklaşım, bir gemi
mürettebatına baktığında, geminin yönetimi sorununda
yalnızca kaptanın zeki olduğunu düşünecektir. Oysa,
zeki olan, bir bütün olarak gemi çalışanlarıdır. Tek
başlarına hiçbiri zeki değildir, ancak biraraya
geldiklerinde, zeki davranışlar gösterirler.
Bu dağıtık biliş yaklaşımına en sık verilen örnek,
karınca kolonileridir. Ancak, karınca kolonilerinin
içgüdüsel davranışlarının zeki sayılıp sayılmayacağı,
tartışmalıdır. Bu, ayrı bir bölümde ele alınacak kadar
kapsamlı bir konudur.
2) Bedensiz Bakış ve Bedenlenmiş Biliş: Yukarıdaki
çeşit çeşit yaklaşımdan büyük bir bölümü, insana,
bedensiz bir varlıkmış gibi bakmaktadır. Bedenlenmiş
biliş bakışının temel noktası şudur: "İnsan, başka tür
bir bedene sahip olsaydı, başka tür bir türtarihsel
(filojenik) ve bireytarihsel (ontojenik) gelişim
çizgisine sahip olacaktı." Bu konudaki en yaygın
yanlış anlama, bedenlenmiş biliş bakışının, bilişsel
bilimlere sinirbilimlerini sokmak istediği
biçimindedir. Bedenlenmiş biliş yaklaşımı,
sinirbilimlere karşı yansızdır. Öte yandan,
bedenlenmiş biliş yaklaşımının bilişsel bilimler
tarihindeki öncüllerini aramak gerekirse; yapay zeka
alanındaki robotçu okula yakın durduğu görülecektir.
İnsan zihnini modellemek yerine, dış dünyayla
etkileşim içindeki insanın modellenmesi
amaçlanmaktadır. Bu bağlamda, bedenlenmiş biliş bakışı
ve robotçu okul, zekayı, genel sorun çözme becerisi
-diğer bir deyişle, belli tür çıktılara ulaşmak için
girdilere, sınırlara uygun bir biçimde uygulanacak
yöneylemcileri saptama becerisi- olarak görmek yerine,
etkileşim içinde denge sağlama (homeostasis) becerisi
olarak değerlendirirler.
3) Durağan Biliş ve Gelişim: Yukarıdaki çeşit çeşit
yaklaşımdan çoğu, gelişimdışılık sayıltısına
dayanmaktadır. Oysa, insan, doğduğunda, bilişsel
yetenekleri oluşmamıştır. Uzun yıllar, olgunlaşma gibi
dirimbilimsel (biyolojik) bir etmen ve çevresel
uyaranların bir bileşimi sonucu, gelişir. Oysa,
yukarıdaki yaklaşımların çoğu, ortayaşlı bir insanı
kavrama çabasındaymış gibidir. Aynı biçimde, insanlar
yaşlanırlar ve yaşlanma, kimi bilişsel yetilerinde
düşmelere neden olur.
Bilişsel Bilimlerde Üç Devrim
Çeşitli gözlemciler, bilişsel bilimlerde 3 devrimin
yaşandığını belirtmektedirler:
1. Davranışçılığa ve İndirgemeciliğe Karşı Bilişsel
Devrim (1960'ların başı)
Birinci devrim, bilişsel bilimleri doğurmuştur:
Davranışçıların tüm insan etkinliklerini uyaran-tepki
bağlantıları içerisinde incelemeleri, insanın bilişsel
zenginliğini ve üretimsel (generative) özelliklerini
açıklayamamaları ve hayvan ve insan davranışlarını
aynı yasalarla açıklamaya çalışmaları yanında; yavaş
yavaş gelişen bilgisayarlar, bilişsel devrimin
lokomotifi olmuşlardır.
2. Bağlantıcı Devrim (1980�lerin başı)
1980'lerle birlikte bilişsel bilimlere yeni bir
yaklaşım geldi: Daha önce, bilişsel süreçlere dizi
süreçler olarak bakılıyordu. Bir süreç, bir başkasını
tetikliyordu. Bağlantıcı yaklaşım ise, "koşut
(paralel) işlemleme" görüşünü ortaya attı. Bilişsel
süreçler, aynı anda etkinleşebilirlerdi. Sırayla
etkinleşmeleri gerekmezdi. Beyin de zaten, koşut
çalışan bir dizge idi: Değişik bölgelerde aynı anda
etkinleşmeler gözlemleniyordu. Ayrıca, daha önceki
simgesel yaklaşımlar, model oluşturma çabaları
içerisinde, açık kurallar koyarlarken; bağlantıcı
yaklaşımlar, sinirlerde olduğu gibi, olasılık
özellikleri koymaktadırlar. Dolayısıyla, bağlantıcı
devrimle birlikte, insanı anlamak için kullanılan
bilgisayar benzetmesi yerine, sinir benzetmesi
getirilmiştir.
3. Bedenlenmiş Biliş Devrimi (1990'ların başı)???
Yukarıda, Eleştiriler bölümündeki ikinci altbaşlıkta
da dışavurulduğu gibi, bedenleşmiş biliş yaklaşımı,
bedenin insan için kaza olmadığını; tersine, son
derece önemli olduğunu belirtmektedir. Bedenlenmiş
biliş devriminin konumu, oldukça tartışmalıdır.
Bedenlenmiş biliş yaklaşımın devrim olduğunu
söyleyenler oldukça azdır ve bu yaklaşımı derli toplu
bir biçimde anlatan başyapıtların henüz ortaya
çıkmadığı görülmektedir.
Kavram Kargaşası ve YÜBİ
Kısacası, bilişsel bilimler, şu açkı (anahtar)
sözcüklerin çevresinde toplanan bir bilim demetidir:
Biliş, akıl, zeka, zihin, beyin, anlama, uslamlama,
akıl yürütme, zeki davranış, beceri vb.
Bu alandaki çalışmaların büyük bir bölümünün kaleme
alındığı dil olan İngilizce'de bu sözcükler, kavram
kargaşası yaratmaktadır. Gerçekte, olan şudur: yüksek
bilişsel işlevlerle ilgili çalışmalar arttıkça, bu
konudaki gündelik inançlarla açık ya da örtük bir
çatışma ortaya çıkmaktadır. Bu çatışma, kavram
kargaşasına yolaçmaktadır. Sorun, gündelik dille bilim
yapılıp yapılamayacağı değildir. Sorun, geçmiş
inançlarla bugünün bulgularını kavrama ve aktarma
sorunudur. Türkçe'den ya da herhangi bir dilin
yapısından kaynaklanmayan bu sorun, Türkçe'de de
kavram kargaşasına yolaçmıştır. İngilizce bilişsel
terimlerin Türkçe karşılıklarının neler olduğu, az-çok
tartışmalıdır. Bu kargaşadan sıyrılmak için, bu kitap
boyunca, genel bir ifade olarak, "yüksek bilişsel
işlevler (YÜBİ)" sözü kullanılacaktır.
Bu öneri, "alçak bilişsel işlevler (ALBİ) var mıdır?
Varsa nedir?" sorusunu akla getirmektedir. ALBİ'yi,
tersten tanımlamak, olanaklıdır. ALBİ, YÜBİ olmayan
her insan etkinliğidir. O zaman baştaki soruya
dönüyoruz: YÜBİ nedir? Yanıt aynıdır:
Biliş, akıl, zeka, zihin, beyin, anlama, uslamlama,
akıl yürütme, zeki davranış, beceri, vb.
Bu kitap boyunca, bütün bunlar için genel bir şemsiye
terim olarak, "YÜBİ" sözü kullanılacaktır.
Demek ki, kısaca belirtmek gerekirse, bilişsel
bilimler, YÜBİ'yi inceler.
Sonuç: Fil ve Hortumu
Alanlararası yapılan çalışmalarda, çok sık verilen bir
örnek vardır. Bu örnek, Nepalli şair Banira Giri'nin
görme engellilerin bir kadını anlama çabasını anlatan
"Kadın" adlı şiiriyle de ölümsüzlük kazanmıştır. Üç
görme engelli, bir fille karşılaşmışlar. Biri,
hortumunu tutmuş, bir fil tanımı yapmış; biri, ayağını
tutmuş, başka bir fil tanımı yapmış. Üçüncüsü,
kulağını tutmuş, bambaşka bir fil tanımı yapmış. Ve
eklenir: "Hiçbiri, bir bütün olarak fili anlayamıyor.
Alanlararası çalışmalar olmazsa, bütün, kavranamaz."
Bu görüş, ilk bakışta mantıklı geliyor. Ancak, bunun
da tek başına yetersiz olacağı, biraz düşünüldüğünde
ortaya çıkmaktadır: Birisi, kulağa dokunmuyor olsaydı;
kulağına sinek kaçan filin neden huysuzlandığını
anlayamazdık. Birileri, ince ayrıntılara bakacak;
birileri, genel resme bakacak ve birbirlerini sürekli
besleyecekler. İşte ancak o zaman bütünlüklü bir
bilimden ya da bilim demetinden sözedebiliriz. Konu,
insanı açıklamaksa; bilişsel bilimin yanıt bulmaya
çalıştığı sorular, hiçbir zaman türdeş olmayacaktır.
İnsan deneyimi, çok geniştir; çok değişik alanları
kapsar. İnsanı bütünlüğü içinde açıklamaya çalışan bir
bilim ve onun ürettiği kuram ise, ne kadar değişik
türden soruya yanıt verebilirse o kadar umut verici
bir kuramdır.
Ulaş Başar Gezgin
E-posta: ulas at teori nokta org
Uzman yansıbilimci (psikolog)
İnsanbilim (antropoloji) doktora adayı, University of Canterbury, Toplumbilim ve İnsanbilim Bölümü, Christchurch, Aotearoa (Yeni Zellanda).
ODTÜ, Enformatik Enstitüsü, Bilişsel Bilimler doktora adayı.
1. Bölüm
Bilişsel Bilimler ya da Yanıtlı Yanıtsız Sorular Demeti
İnsanlar simgesel mantığa göre mi düşünürler? Çocukların zihni nasıl gelişiyor? Benlik nedir? Zeka nedir?/ Hangi davranışlar zeki sayılabilir? Hangileri sayılamaz? Hayvanlar akıllı mıdır? Bilgisayarlar düşünebilir mi? Para biriminin insanın tutumbilimsel (ekonomik) algısına ne tür bir etkisi vardır? Türkçe'de miş'li geçmiş zamanın olması, diğer bir deyişle, geçmişteki olaylar için tanık x "başkasından duymuş" ayrımı yapılması, Türkçe-konuşurların bilgilenme biçimlerini etkilemekte midir? Usta satranç oyuncularıyla yeni başlayanları ayıran özellikler nelerdir? İnsanlar ne gibi durumlarda zamanın hızlı ya da yavaş aktığını düşünme eğilimindedirler? Düşünce mi dili belirler, dil mi düşünceyi belirler? Düşüncenin bir dili var mıdır? Dünyanın bütün dillerini açıklayan bir kural demeti oluşturulabilir mi? Yaratıcılık nedir? Ne değildir? Sanatçıların yaratım süreçleri ne tür öğelerden oluşmaktadır? Bilimciler buluşlarını nasıl yaparlar? Zekayı geliştirmek olanaklı mıdır? İnsan yavrusu, nasıl oluyor da okuma-yazma öğrenebiliyor? İşitme engellilerin kullandıkları dil, ne tür özelliklere sahiptir? "Bir dilde ne kadar çok sözcük varsa, o dil o kadar gelişmiştir" görüşü doğru mudur? İnsanı doğa mı belirler çevre mi belirler yoksa kendisi mi? Hastalıkların büyüden kaynaklandığını düşünen bir toplum, bunların küçük canlılardan kaynaklandığını düşünen bir toplumdan daha mı ussaldır (rasyonel)? Yıldızlara bakarak yönünü bulan Pasifik Adası yerlileri, zeki midir? Gemiyi yöneten mi zekidir, kürekleri çeken mi, yön bulan mı? Beynin hangi bölgeleri, hangi uzuvlardan sorumludur? Zihin, beyinden bağımsız olarak incelenebilir mi? Karıncalar zeki davranışlar mı sergilemektedirler? Arılar, zeki midir?
Bilişsel Bilimler ya da Yanıtlı Yanıtsız Sorular Demeti
İnsanlar simgesel mantığa göre mi düşünürler? Çocukların zihni nasıl gelişiyor? Benlik nedir? Zeka nedir?/ Hangi davranışlar zeki sayılabilir? Hangileri sayılamaz? Hayvanlar akıllı mıdır? Bilgisayarlar düşünebilir mi? Para biriminin insanın tutumbilimsel (ekonomik) algısına ne tür bir etkisi vardır? Türkçe'de miş'li geçmiş zamanın olması, diğer bir deyişle, geçmişteki olaylar için tanık x "başkasından duymuş" ayrımı yapılması, Türkçe-konuşurların bilgilenme biçimlerini etkilemekte midir? Usta satranç oyuncularıyla yeni başlayanları ayıran özellikler nelerdir? İnsanlar ne gibi durumlarda zamanın hızlı ya da yavaş aktığını düşünme eğilimindedirler? Düşünce mi dili belirler, dil mi düşünceyi belirler? Düşüncenin bir dili var mıdır? Dünyanın bütün dillerini açıklayan bir kural demeti oluşturulabilir mi? Yaratıcılık nedir? Ne değildir? Sanatçıların yaratım süreçleri ne tür öğelerden oluşmaktadır? Bilimciler buluşlarını nasıl yaparlar? Zekayı geliştirmek olanaklı mıdır? İnsan yavrusu, nasıl oluyor da okuma-yazma öğrenebiliyor? İşitme engellilerin kullandıkları dil, ne tür özelliklere sahiptir? "Bir dilde ne kadar çok sözcük varsa, o dil o kadar gelişmiştir" görüşü doğru mudur? İnsanı doğa mı belirler çevre mi belirler yoksa kendisi mi? Hastalıkların büyüden kaynaklandığını düşünen bir toplum, bunların küçük canlılardan kaynaklandığını düşünen bir toplumdan daha mı ussaldır (rasyonel)? Yıldızlara bakarak yönünü bulan Pasifik Adası yerlileri, zeki midir? Gemiyi yöneten mi zekidir, kürekleri çeken mi, yön bulan mı? Beynin hangi bölgeleri, hangi uzuvlardan sorumludur? Zihin, beyinden bağımsız olarak incelenebilir mi? Karıncalar zeki davranışlar mı sergilemektedirler? Arılar, zeki midir?
Bu yazının gerisi bir yerlerde var mı ? Yoksa yayımlandıkça mı buraya koyacaksınız ? Eğer makale sahibide bu siteyi takip ediyorsa kendisini de tebrik etmek isterim çok güzel bir çalışma olmuş. Dediğim gibi devamını bekliyoruz.