Orta Çağ boyunca her cins değişik, deli saçması düşünceye rastlamak mümkündü; mesela bir parça gergedan boynuzunun (cinsel) gücü arttırması gibi. Sonraları iyi fikirleri saçma olanlardan ayırmak için bir metod gelişti; fikrin önerdiğini denemek ve vaad edilen işi gerçekleştirip gerçekleştirmediğini görmek, eğer gerçekleşmiyorsa o fikri elemek. Bu yöntem kurumsallaşıp bilim halıne geldi ve o kadar iyi sonuçlar verdi ki artık bilim çağındayız. Bilim cağı bizi bilimselliğe o derece alıştırdı ki, önerdikleri hiç bir şeyin aslında işe yaramamasına rağmen, büyücü doktorların nasıl olup da var olabildiklerini anlayamıyoruz.
Bunlara rağmen bugün bile konuştuğumda eninde sonunda UFO'lar, astroloji, cesitli mistik haller, bilinç açma, yeni tür farkındalıklar ESP (Extra Sensory Perception) vs'den bahsetmeye baslayan pek çok insanla karşılaşıyorum.
Olağan dışı ve aslında harika şeylere inanan o kadar insan var ki, neden inandıklarını araştırmaya karar verdim. Merakımı gidermeye çalışırken o kadar çok saçma sapan şeyle karşılaştım ki, hepsinin altindan kalkamadım. Araştırmama ilk önce mistisizm ve mistik deneyimlerden başladım. Kendimi izolasyon tanklarına kapatıp saatlerle halusinasyonlar gördüm. Sonra Esalen*'e gittim, orası bu tarz düşüncelerin yuvası (oraya mutlaka gitmelisiniz, muhteşem bir yer). Ve bu konular beni aştı, ne kadar çok ceşit olduğunu farketmemişim.
Esalen'de okyanustan yaklaşık 10 m. yukarıda bir yarın tepesinde büyük sıcak su banyoları var. En zevkli deneyimlerimden biri, bu banyolardan birinde oturup aşağıda dalgaların kayayı dövmesini izlemek, üzerimdeki berrak mavi göğe bakmak ve sessizce ortaya çıkıp, benimle aynı küvete giren çıplak kadının güzelliğini düşünmekti.
Bir keresinde içinde çok güzel bir kızın, pek tanışmadıkları belli olan bir adamla oturduğu küvete girdim. Hemen düşünmeye başladım "Tanrım! Bu güzeller güzeli çıplak kadınla nasıl konuşmaya başlayabilirim acaba?"
Ben ne demem gerektiğini kestirmeye çalışırken oğlan ona şöyle dedi "Ben, şey.. masaj teknikleri üzerine çalışıyorum. Senin üzerinde pratik yapabilir miyim?", kızın verdiği yanıt ise "Tabii ki." oldu. Banyodan çıktılar ve kız yakınlardaki bir masaj masasina uzandı. Kendi kendime şöyle düşündüm "Ne kadar fiyakalı bir söz! Böyle bir şeyi asla düşünemezdim!". Oğlan kızın ayak başparmağını ovmaya başlamıştı: "Sanırım hissediyorum. Pürüzlü gibi, bu hipofiz mi?", dayanamayip "Ordan bayağı bir uzaktasın, dostum!" diye bağırdım. Şok olmuş bir şekilde bana baktılar ve "Bu refleksoloji!" diye cevap verdiler, deşifre olmuştum, derhal gözlerimi kapatıp meditasyon yapar gibi yaptım.
Bu sadece beni aşan konulara bir örnek. Ayrıca duyu-ötesi algı (ESP), PSI olaylar ve son moda olan Uri Geller -- yani o anahtarları parmağıyla ovalayarak bükme yetisine sahip olan adamla da ilgilendim. Daveti üzerine Uri'nin otel odasına gittim, bana hem akıl okuma hem de anahtar bükme üzerine marifetlerini gösterecekti. Akıl okuma denemelerinden hiç biri başarıyla sonuçlanmadı; herhalde kimse benim aklımı okuyamıyor. Sonra oğlum bir anahtar tuttu ve Geller onu ovaladı; hiçbir şey olmadı. Sonra bunun suyun altında daha olumlu sonuç verdiğini söyledi ve tahmin edersiniz ki hepimiz banyoya doluştuk, Geller suyun altında anahtarı parmağıyla ovalayıp durdu. Sonuçta hiçbir şey olmadı ve ben de bu fenomeni inceleyemedim.
Ancak sonra düşünmeye başladım, inandığımız başka neler vardı? (Ve tabi cadılar, büyücü şifacıları ve onların yaptıklarının çalışmadığını farkedip aslında bir marifetleri olmadığını anlamanın ne kolay olduğunu düşündüm. Böylece daha da çok sayıda insanın inandığı şeyler aramaya koyuldum, mesela nasıl eğitim verileceğini bildiğimizi düşünüyoruz. Okuma/yazma ve matematik oğretimi için yötemler, ekoller var. Ancak, dikkat ettiyseniz, testlerde okuma puanları düşüyor -- ya da pek az yükseliyor -- üstelik biz bu metodları çıkartan insanlardan medotlarını daha da geliştirmelerini bekliyoruz. Işte size işe yaramayan bir kocakarı ilacı! Nasıl oluyor da metodlarının çalışacağından emin oluyorlar araştırılmalıyız? Bir diğer örnek ise suçluların ıslahı. Bunda en ufak bir gelişme gösteremediğimiz aşikar. Suç oranlarını azaltmak üzerine pek çok teori oraya atıldı ama o kadar.
Gene de bu tip metodların bilimsel oldukları bize söyleniyor ve öğretiliyor. Toplum genelinde mantıklı, normal insanların bu sahte-bilim tarafından korkutulduğuna inanıyorum. Öğrencilerine okumayı öğretmenin güzel bir yolunu bulan bir öğretmen, sistem tarafından işini bir başka şekilde yapmaya itiliyor, hatta yönteminin pek de başarılı olmadığını düşünmesi sağlanılıyor. Ya da kendilerince verdikleri bir disipline rağmen çocukları kötü yollara sapan ebeveynler, uzmanlara göre doğru şeyi yapmadıkları için hayatları boyunca kendilerini suçlu hissediyorlar.
Yani aslında yapmamız gereken; işe yaramayan teoriler ile bilim olmayan "bilim"i incelemek.
Eğitim ve psikoloji uzerine verdiğim örnekler benim kargo kültü bilimi tanımıma uyuyor. Güney Pasifik'te kargo kültü oluşturmuş insanlar var. II. Dünya Savaşı sırasında adalarına inen iyi malzeme yüklü birçok uçak görmüşler ve uçakların şimdi de gelmelerini istiyorlar. Bu yüzden pist, pisti aydınlatmak için kenarına ateş, başında kulaklığa benzer tahta parçalar ve bambudan antenleriyle bir adam (uçuş kontrol görevlisi) ve oturması için ahşap bir kulübe temin etmişler ve inecek uçakları bekliyorlar. Her şeyi doğru yapıyorlar, görünüş mükemmel; her şeyi eskiden göründüğü gibi yapmışlar, ancak çalışmıyor; inen bir tek uçak yok... İşte ben bunlara kargo kültü bilimi diyorum, çünkü bilimsel araştırmanın bariz prensip ve formlarının hepsine uyuyorlar ancak hayati bir şeyler eksik kalıyor, çünkü hiç uçak inmiyor.
Tabii ki bana yakışan neyi eksik yaptiklarını sizlere söylemek olurdu; ancak bu Güney Denizi adalarındakilere zenginliğin ne yaparlarsa geleceğini anlatmak kadar zor olacaktır. Bu kulaklıkların şekillerinin nasıl daha iyi olacağını tarif etmek kadar kolay bir iş değil. Genel olarak kargo kült biliminde eksik olduğunu fark ettiğim bir şey var. Bu bizim okulda fen derslerinde öğrendiğinizi umduğumuz bir şey, bunu hiç bir zaman sesli olarak dile getirmeyiz. Size gösterdiğimiz bilimsel araştırma örneklerini anlarken kendiliginden fark edeceğinizi umarız bunu. Bu ilginç oldugundan şimdi açıkca anlatacağım. Buna bilimsel ahlak diyelim, yani gerçek dürüstlüğün bilimsel düşünce prensiplerine göre karşılığı, abartılı derecede dikkatli olmak. Diyelim ki bir deney yapıyorsunuz, sadece doğru olduğunu düşündüğünüz şeyleri değil, deneyin geçersiz olmasına neden olabilecek her şeyi bildirmelisiniz. Aynı sonuçları verecek diğer sebepleri, bunlardan başka deneylerle saglama baglayıp elediklerinizi de anlatmalısınız ki diğerleri de onların elendiğini anlayabilsin.
Sizin yorumunuza kuşkuyla yaklaşılmasına neden olabilecek bilginiz dahilindeki bütün detayları ortaya dökmeniz gerekli. Eğer ki bir şeyin yanlış olduğunu ya da olabileceğini düşünüyorsanız, bunu açıklamak için elinizden gelenin en iyisini yapmalısınız. Eğer ortaya bir teori atıyorsanız ve bunu duyuruyorsanız, o zaman onu destekleyen olguların yanı sıra onunla çelişenleri de vermelisiniz. Daha ince bir sorun da var, pekçok fikirden bir teori yaratırken aklınızdakileri bir araya getirdiğinizde şunları açıkladığınıza emin olmalısınız: teorinizin geçerli olduğu durumlar sadece bu teoriyi aklınıza getiren durumlardan ibaret olmamalı, ek olarak evvelce dusunmediğiniz başka birşeyi de doğru olarak öngörmeli.
Kısaca amaç bilimsel makalenizi inceleyenlerin, katkınızın değerini tartabilmelerini sağlamak için gerekli bütün bilgiyi vermelisiniz -- onları sadece belirli bir fikre yönlendirmemelisiniz.
Bu fikri açıklamanın en kolay yolu ona zıt bir örnek vermek; reklamlar. Dün akşam yiyeceklerin Wesson yağını emmediğini duydum. Eh, bu doğru. Bunda yalan yok; ancak bahsettiğim şey yalan söylememek değil, bilimsel ahlak. Bu reklam sloganına şu eklenmeliydi; belli bir sıcaklıkta yiyecekler hiç bir yağı emmezler. Eğer uygun sıcaklıkta bu denenirse, Wesson yağı dahil bütün yağlar emilecektir. Burada önemli olan söylenenin değil yalan olmayan birşey söylenerek yapılması sağlanan cıkarımın doğru olması. Biz bu farkla ilgili olmayız.
Tecrübeyle sabittir ki, gerçek ortaya çıkacaktır. Başka insanlar sizin deneyinizi tekrarlayacak ve doğruluğunuz ortaya çıkacaktır. Ve doğanın fenomenleri teorinizi ya destekleyecektir ya da karşı gelecektir. Eğer bu tarz noktalarda dikkatli olmazsanız; bir süreliğine ünlenecek ve dikkat çekecek olsanızda, bir bilim adamı olarak adınız kötüye çıkacaktır. Ve işte kargo kültü biliminde eksik olan; bu tarz gerçekçilik, kendi kendini kandırmadan sakınma ve bunları beraberinde getiren ahlaktır.
Onların derdinin büyük kısmı tabii ki konunun zorluğu ve bunun yanısıra bilimsel metodların bu konulara uygulanamaz olmasından kaynaklanmakta. Her halukarda bunun tek zorluk olmadığı bilinmeli. İşte bu yüzden uçaklar inmiyor. Ama inmiyorlar işte.
Geçmış deneyimlerimizden kendi kendimizi kandırmamanın bazı yollarını öğrendik. Bir örnek vermek gerekirse; Millikan bir elektron'un yükünü düşen yağ damlalarıyla ölçtü ve şu an tam doğru olmadığını bildiğimiz bir sonuca ulaştı. Sonuçlar biraz şaşmıştı çünkü hava akışkanlığı ıçin kulandığı değer yanlıştı. Millikan'dan sonra elektron'un yükünün hesaplanma tarihi çok ilginç. Dığerlerinin Millikanı tekrar ve teyıd ıcın yaptıkları deneylerde çıkan değerleri bir zaman çizelgesine oturtuğunuzda, ilk teyid değerlerinin Millikan'ınkilerden biraz daha büyük, sonraki deneycilerin sonuclarının onlardan da biraz daha büyük olduğunu, ve böyle arta arta gidip en sonunda ilk degerden çok daha büyük bir değer etrafında dengeli hale geldiklerini görürsünüz.
Son ve asıl değerin bu kadar büyük olduğunu neden derhal bulamamışlardı? Bu tarihi olay bilimadamlarının utanç kaynağıdır. İnsanlar Millikan'ınkinden çok büyük değerlere ulaştıklarında bir şeylerin yanlış olduğunu düşünüp buna sebep ararlardı, ancak Millikan'ınkine yakın değerlere ulaştıklarında bunun üzerinde pek de düşünmezlerdi. Böylece bu uçuk rakamları görmezden gelmek gibi şeyler yaparlardı. Tabii ki günümüzde bu tarz davranışlara meylimiz olduğunu biliyor ve bunlara kapılmıyoruz.
Ancak bu saf bilimsel gerçeklik ve ahlakla kendi kendimizi kandırmama tarihi malesef ki, öğretilen bir şey değil. Bunu arada bir yerlerde kaptığınızı umuyoruz sadece.
İlk kural, kendi kendinizi kandırmamanız, unutmayın ki siz en kolay kandırılacak kişisiniz. Bu konuda gerçekten dikkatli olmanız gerekmekte. Kendinizi kandırmamayı başardıktan sonra sıra diğer bilimadamlarına gelıyor kı, ki onları kandırmak zaten kolay değil. Iş o safhaya gelince tek yapmanız gereken doğal bir dürüstlük sergilemek -- o kadarı yeterli.
Bilim açısından hayati olmasa da inandığım bir şeyi eklemek istiyorum, sizinle aynı meslekten olmasa da bir bilim adamı olarak konuşurken normal insanları kandırmayın. Size karınızı aldatmak veya kız arkadaşınızı kandırmak ya da benzer gündelik hayatınıza dair şeyler konusunda ne yapıp yapmamanız gerektiğini söylemiyorum, bunlar size ve inancınıza kalmış. Size belli, özel bir dürüstlükten bahsediyorum ve bunu yalan söylemeyerek değil ama bilim adamı sıfatınızla çaba harcayıp, belki de yanlış duşünüyor olabileceğinizi göstermenizi söylüyorum. Ve birer bilim adamı olarak bu; diğer bilim adamları ve -bence- diğer insanlara da karşı sorumluluğumuz.
Örneğin; bir radyo programına çıkacak olan arkadaşım beni biraz şaşırtmıştı. Kozmoloji ve astronomi üzerine çalışmalar yapıyor ve bunun uygulama alanlarını nasıl anlatacağını düşünüyordu. "Eh," dedim "öyle bir uygulama yok ki...". Bana şöyle cevap verdi "Biliyorum, ama bunu söylersem o zaman araştırmalar için destek alamayız.". Bunun hiç de dürüst olmadığınu düşünüyorum. Eğer kendinizi bir bilim adamı olarak takdim ediyorsanız, o zaman diğer insanlara ne yaptığınızı açıklamalısınız ve eğer ki sizi bu şartlarla desteklemiyorlarsa, bu onların seçimidir.
Bir başka kural ise şudur: Eğer ki bir teoriyi denemeye ya da bir fikri açıklamaya karar verdiyseniz, sonuç ne çıkarsa çıksın bunu yayınlamalısınız. Eğer sadece bir yöndeki sonuçları yayınlarsak iddianın olduğundan iyi görünmesine sebep oluruz. Her iki tür sonucu da yayınlamalıyız.
Devlete verilen bazi tavsiyelerde de bunun önemli olduğunu düşünüyorum. Diyelim ki bir senatör kendi eyaletinde yerde bir delik delinmesi (ÇN: komıklik yapıyor. Yani parası devletten cıkacak muhtemelen bos ama masraflı olduğu ıçın cazip bir ış) hakkında tavsiyenizi istedi ve siz bunun başka eyaletlerde delinmesinin daha iyi olduğuna karar verdiniz. Eğer bu konuda bir makale yayınlamazsanız, bence bilimsel bir tavsiye vermemektesiniz. Kullanılmış olursunuz ve eğer ki cevabınız hükümetin ya da politikacıların beğenisini çekerse bunu kendi leyhlerine kullanacaklardır, tam tersi durumda ise umurlarında bile olmaz. Bu bilimsel bir tavsiye verme yöntemi değil.
Diğer tür hatalar ise bilimselliğin zayıf kaldığı durumların ozelliği. Ben Cornell'deyken psikoloji bölümündekilerle bayağı vakit geçirirdim. Öğrencilerden biri bana şöyle bir deney yapmak istediğini söyledi: daha önce belirli koşullarda (X) farelerin belirli davranışlar (A) sergilendiği bulunmuş, o ise koşulları Y'ye değiştirip farelerin hala A'yi yapıp yapmayacağını merak ediyordu. Yani deneyi Y koşullarında yapıp çıkan sonuçları A'yla karşılaştıracaktı.
Ona ilk önce diğer deneyi tekrarlaması gerektiğini yani X koşullarını kullanıp gerçekten A'ya ulaşıp ulaşmadığına bakması gerektiğini, ancak bundan sonra koşulları Y'ye çevirip A'ya bakmasını söyledim. Böylece farkın gerçekten kendi değiştirdiği etkenlerde olup olmadığını görebilecekti.
Bu yeni fikir onun çok hoşuna gitti ve hemen profesörüne bunu sormaya gitti. Cevap olumsuzdu, bunu yapamazdı, çünkü bu deney zaten çoktan yapılmıştı ve zaman kaybından başka bir şey olmazdı. Bu olay 1947'lerde olmuştu ve o zamanlar genel prensip hali hazırda yapılmış psikolojik testlerin tekrar edilmemesi, ancak koşulları değiştirip sonuçları gözlemlemekti.
Şimdilerde bu tarz şeylerin olma tehlikesi gene var, fiziğin en ünlü alanlarında bile. Ulusal Hızlandırıcı Laboratuarı'ndaki büyük hızlandırıcı da deuterium kullanılarak yapılan deneyi duyunca şok geçirdim. Kendisinin ağır hidrojen atomlarıyla yaptığı deneyin sonuçlarını hafif hidrojenle yapılmış olsaydı çıkmış olabilecek sonuçlarıyla karşılaştırmak için, bir başkasının hafif hidrojen atomlarıyla ama başka gereçlerle yaptığı deney sonuçlarını kullanıyordu. Ona bunun nedenini sorduğumda bana programda deneyi bu gereçlerle ve hafif hidrojenle yapmak için zaman olmadığını (çünkü kısıtlı süre var ve gereçler çok pahalı) ve zaten yeni sonuçlar çıkmayacağını söyledi. Yani UHL'de programdan sorumlu adamlar halkla ilişkileri sağlam tutup ödenek kazanmak için yeni sonuçlara almaya öyle meraklılar ki, esas amaclarını; yani bu deneylerin değerini -- muhtemelen -- yok etmekteler. Orada deney yapanlar için bunları bilimsel ahlakın gerektirdiği şekilde sonuçlandırmak çoğunlukla zor bir iş haline gelmiş.
Psikoloji alanında bütün deneyler bu tarzda değil elbette. Mesela labirentlerde koşturan fareler üzerine pek çok deney yapılmış ancak pek azından net bir sonuç çıkmıştır. Ancak 1937'de Young isimli bir adam çok ilginç bir tanesine imzasını attı. Bir tarafında farelerin girdiği kapılar olan, diğer tarafında ise yiyecek konulan odaların kapısı olan uzun bir koridoru vardı. Amacı fareleri girdikleri kapıdan sonra üçüncü kapıdan girmek üzere eğitmekti. Ancak olmadı. Fareler hemen bir önceki seferde yiyeceğin olduğu kapıya gidiyorlardı.
Soru şuydu: fareler bunu nasıl bilebilirdi? Koridor mükemmel muntazamlıkta yapılmıştı, hep bir örnek kapılar arasından bir kapının bir önceki kapı olduğunu nerden anlıyorlardı? Belli ki bu kapıyı diğerlerinden ayıran bir şey vardı. Bunun üzerine kapıları dikkatlice boyadı ve yüzlerindeki desenleri birbirinin aynısı olacak hale getirdi. Gene de fareler farkı ayırt edebiliyordu. Farelerin kokuyu alabileceklerini düşünerek her denemede kokuyu değiştirecek kimyasallar kullandı. Fareler hala farkı ayırt edebiliyordu. Sonra farelerin her mantıklı insan gibi tavandaki aydınlatma ve düzenden yönlerini bulabildiklerini düşünerek koridorun tavanını örttü. Fareler hala farkı ayırt edebiliyordu.
Sonunda farelerin üzerinde koştururken yerden çıkan sesten etkilendiklerini fark etti. Bunu ise ancak yere kum koyarak düzeltebildi. Böyle birer birer olasılıkları eleyerek fareleri kandırdı ve onlara üçüncü kapıya gitmeleri gerektiğini öğretti. Titizliğinden vaz geçip bir kuşulu dahi değiştirmesi farelerin tekrar farkı ayırt etebilir hale gelmesine sebep oluyordu.
Bilimsel açıdan bu tam manasıyla birinci sınıf, tam olmuş bir deney. Bu deney labirent-fare deneylerini mantıklı kılıyor çünkü farelerin kullandığını düşündüğümüz değil de gerçekten de kullandığı ipuçlarını bize sunuyor. Ve bu deney bize bu tarz deneylerde dikkatli olmamız ve kontrolü elimizde tutmamız için yaratmamız gereken koşulları açıklıyor.
Bu araştırmadan sonraki gelışimine baktım. Bir sonraki deney, ve ondan sonraki, hiç biri Young'ın deneyini dikkate almamış. Hiç koridora kum dökme, dikkatli olma kriterlerini kullanmamışlar. Eskisi gibi fareleri koşturmuş ve Young'ın keşiflerine hiç önem vermemişler. Onun yayınladıkları önemsenmemiş çünkü o fareler üzerine bir şey keşfetmemiş. Oysa o farelerle ilgili bir şeyler keşfetmek için yapılması gerekenlerin hepsini keşfetmiş. Bu tarz deneylere gereken önemi vermemek tipik bir kargo kültü bilimi örneğidir.
Bir diğer örnek ise Rhine ve diğerlerinin ESP deneyleridir. Pek çok kişinin eleştirmesi üzerine -- ki kendileri de kendi deneylerini eleştirmişlerdir -- tekniklerini öyle geliştirmişlerdir ki gozlemledikleri etkiler giderek azalmış, azalmış ve en sonunda yok olmuştur. Her para-psikolog tekrarlanabilir -- her yapıldığında istatiksel de olsa aynı sonuçlara ulaşan -- deneyler aramakta. Milyonlarca fare koşturuyorlar, pardon bunlar insanlarla deniyorlar, istatiksel olarak bir sonuca ulaşmak için pek çok değişik şey yapıyorlar. Ancak bir sonraki denemelerinde aynı sonuca ulaşamıyorlar. Ve şimdi bir adam çıkıp bize tekrarlanabilir bir deney istememizin yersiz olduğunu söylüyor. Bu bilim midir?
Aynı adam Parapsikoloji enstitüsü başkanlığından istifasını açıkladığı bir konuşmada yeni bir enstitüden bahsediyor ve peşinden insanlara ne yapmaları gerektiğini söylüyor. Ona göre sadece PSI sonuçları alabilen öğrencileri eğitmeli ve zamanlarını başka sonuçlar bulan tutkulu ve ilgili öğrencilerle kaybetmemeli. Eğitimde bu tarz -- öğrencilere bilimsel ahlaka göre deney yapmayi öğretmektense, belirli sonuçlara ulaşmayı öğreten -- bir politika izlemek çok tehlikeli.
Sonuç olarak sizler için tek bir dileğim var, o da; bu bahsettiğim tarz ahlakınızı muhafaza edebileceğiniz bir yerde olmanız. Kurumunuzdaki konumunuzu korumak kaygısıyla ya da parasal destek sıkıntısı vb sebeplerle bu durustlüğü bırakmak için sıkıştırılmadığınız bir ortamda olma şansınızın olmasını diliyorum. Bu özgürlüğünüz olsun.
Richard Feynman
* Esalen: Kaliforniya'da bir ruhsal araştırma merkezi. www.esalen.org
Editörün Notu: İlk çeviriyi gerçekleştiren İstanbul Bilgi Üniversitesi, Bilgisayar Bilimleri bölümünden Seda Çelebican'a ve çeviriyi öneren ve metne son şeklini veren değerli FM üyesi Bülent Murtezaoğlu'na teşekkürler.