Sözcükleri Koklamak ya da Kokulara İsim Vermek...

0
FZ
Güle gül demesek yine de güzel kokmaz mıydı o çiçek? *

İngiliz nörologların son çalışmalarından birine göre bir kokunun isimlendirilmesi onun algılanışını etkiliyor.

Örneğin deneklere aynı koku önce "kaşar peyniri" olarak etiketlenip sonra "vücut kokusu" olarak etkiletlenip sunulunca, "kaşar peyniri" olarak sunulan kokunun "vücut kokusu" olarak sunulana kıyasla daha iyi koktuğunu söylemişler.

Oxford Üniversitesi'nde gerçekleştirilen araştırmaya göre kokunun ismi belli bir beyin bölgesini harekete geçirebiliyor. fMRI (functionaol Magnetic Resonance Imaging) yöntemi ile görüntülenen beyinlere bakıldığında ilginç şeyler göze çarpmış.
"Neuron" dergisinin 19 Mayıs tarihli sayısında yayınlanan araştırmaya göre (Cognitive Modulation of Olfactory Processing) kokunun "kaşar peyniri" olarak etiketlenmesi beyindeki "olfactory" (koku ile ilgili) bölgenin harekete geçmesine yol açıyor. Deneklere temiz hava "kaşar peyniri kokusu" olarak etiketlendiğinde bile aynı bölge devreye giriyor.

Bununla birlikte "vücut kokusu" etiketi ile sunulunca, bu koku beynin koku ile ilgili bölgesini devreye sokmuyor.

Yazılı etiketlerin bir kokunun hayal etmesine mi yol açtığı yoksa beynin koku işleme sürecine mi müdahale ettiği bu aşamada belirsizliğini koruyor. Ancak nasıl bir mekanizma söz konusu ise ortaya çıkan şey şu: Bir sözcük görüntüsünün algılanması gibi yüksek bilişsel işlevler beyindeki koku işleme gibi çok daha düşük seviyeli işlemleri etkiliyor.

Kaynak: http://www.forbes.com/

*: Shakespeare'in "Rome and Juliet" oyununa gönderme.

Görüşler

0
sefalet

bana yeni bir haber gibi gelmedi bu.uzun zamandır üstünde çalışılan bir konu.belki nörolojik anlamda yeni bir gelişme olabilir ama sinirbilim açısından da bu konuyla ilgili pek çok çalışmanın uzun zaman evvelinde yapıldığını biliyorum.

"Yazılı etiketlerin bir kokunun hayal etmesine mi yol açtığı yoksa beynin koku işleme sürecine mi müdahale ettiği bu aşamada belirsizliğini koruyor."

bu cümle pek açık değil.beynin koku işleme sürecine müdahale etmek veya bir kokunun hayal edilmesine yol açmak aynı şeylerdir.bir şeyi gerçekten koklamak ile gerçekleşen algı ile o kokunun hayal edilmesi arasında pek bir fark yok.özellikle hayal edilirken deneyde kullanılan değişkene bağlı olarak, koku ise eğer değişken, beynin koku merkezinin çalıştığı bilinmektedir.

dil ve düşünce arasındaki ilişkinin derecesi konusunda tartışmalar özellikle ruhbilim ağırlıklı çevreler içinde oldukça uç noktalara gitmiştir.özellikle dil olmadan düşüncenin olamayaağını ileri süren ve bundan yola çıkarak insanın tüm zihinsel hareketlerinin (yada bilişsel diyelim) dil yani kavram temelli olduğu da savunulmuştur.Öyle ki tüm zihin dünyamızın kelimelerden oluştuğu iddia edilmiştir.mantıksal düşünen üst beyin ve bilinçaltımızda yaptıkları etkiler tüm zihin hareketini oluşturmaktaydı bu görüşe göre.

buna bir örnek vermek gerekirse insanın yorgun olduğunu veya yetersiz bir insan olduğunu söylemesi (sesli veya zihinden) beynin fizyolojisini direk olarak değiştiren etkiler yaratarak, ,insanda fizyolojik anlamda yorgunluk veya kendini yetersiz hissetme algısının oluşmasına yol açmaktadır.

tabi kendi kendine şartlandırma (oto telkin) veya toplumsal şartlandırma ne olursa olsun insan zihni üstünde çok etkili oldukları kesin.fakat bunun derecesi konusunda farklı görüşler var ve düşüncenin sadece dilden oluşmadığı görüşü de sağlam delillere dayanmaktadır.tabi burada dil derken yanlış anlaşılmasın konuşma dili kastedilmektedir.ama bugün biliyoruz ki konuşma dili dışında zihnin çalışabileceği koşullarda mevcuttur.örneğin görsel düşünme gibi.

bu bakımdan her ne kadar dilin düşünceye etkisi çok fazla olsa da yalnız kelimelerden ibaret olduğumuz görüşüne katılmak bazı şeyleri göz ardı etmek olur.
0
FZ
bana yeni bir haber gibi gelmedi bu.

Haber yeni çünkü 19 Mayıs 2005'te yayınlanmış bir makaleye dair.


uzun zamandır üstünde çalışılan bir konu.belki nörolojik anlamda yeni bir gelişme olabilir ama sinirbilim açısından da bu konuyla ilgili pek çok çalışmanın uzun zaman evvelinde yapıldığını biliyorum.


Evet, bilgisayar konusunda da uzun süredir çalışma yapılıyor ve son gelişmeleri aktarmaya devam ediyoruz ;-)


"Yazılı etiketlerin bir kokunun hayal etmesine mi yol açtığı yoksa beynin koku işleme sürecine mi müdahale ettiği bu aşamada belirsizliğini koruyor."


Benim kabahatim, iyi çeviri yapamamışım demek ki. Özgün makaleye bakılırsa orada zaten çalışma epey detaylı anlatılıyor. Anladığım kadar ile kast edilen şöyle bir şey: İnsanların bir kokuyu hayal etmelerini mi sağlıyoruz yoksa mevcut kokuyu algılamalarını manipüle mi ediyoruz?


bu cümle pek açık değil.beynin koku işleme sürecine müdahale etmek veya bir kokunun hayal edilmesine yol açmak aynı şeylerdir.bir şeyi gerçekten koklamak ile gerçekleşen algı ile o kokunun hayal edilmesi arasında pek bir fark yok.


Var. Bir görüntüyü kafanızda canlandırmak ile karşınızda durması arasında fark olduğu gibi. Ya da kendinizi zorlayıp mercimek çorbasının tadını hayal etmekle sıcak çorba dilinize değdiğinde oluşan durum arasındaki fark gibi.

dil ve düşünce arasındaki ilişkinin derecesi konusunda tartışmalar özellikle ruhbilim ağırlıklı çevreler içinde oldukça uç noktalara gitmiştir.özellikle dil olmadan düşüncenin olamayaağını ileri süren ve bundan yola çıkarak insanın tüm zihinsel hareketlerinin (yada bilişsel diyelim) dil yani kavram temelli olduğu da savunulmuştur.

Bazen konu çok çetrefil hale geliyor ve bazı bakımlardan bana saçma da geliyor. Yani misal, hidrojen olmadan su olur muydu gibi garip bir soru. Sen sen olmasan sen olur muydun, vs. Dil olmadan düşünce olur muydu, yani sanki böyle bir canlı türü var, insanların yaptığına benzer şeyler yapıyor ama tek farkı bizim anladığımız anlamda "dil" kullanmıyor biz de bunu inceliyor filan gibi... Çok acayip gerçekten de bu bakış açısı. Dil var, düşünce de var, aradaki ilişkiyi elbet inceleriz ama biri olmadan diğeri olur muydu sorusu bana artık saçma gelmeye başladı.

Sahi bu arada "kavram" ne demek? Bana "kavramlarınızın" durduğu yeri gösterebilir misiniz beyinde? Üçgen kavramı orada bir yerde depolanmış vaziyette mi? Yoksa genelleme mi yaptık? Peki o genelleme "data"sı nerede, hangi nöronların ne tür bir konfigürasyonu? Sizdeki "üçgen" genellemesi (kavramı?) ile bendeki fiziksel olarak aynı şeye mi tekabül ediyor? Aynı değilse aynı olduğunu nasıl söylüyoruz?

Öte yandan, eğer kavram dediğimiz şey bir tür temsil ise (representation) o zaman bu temsilin anlamını belirleyen başka bir temsil olmalı, yani temsilin temsili, o da mı beyinde duruyor? İyi ama onun da bir açıklaması, anlamlandırılması olmalı... ve bu böyle sonsuza dek sürüp gidiyor. Jerry A. Fodor'un "mental representation" kavramı (!) belki de bu bakımdan hem güçlü hem çok problemli bir kavram.


bu bakımdan her ne kadar dilin düşünceye etkisi çok fazla olsa da yalnız kelimelerden ibaret olduğumuz görüşüne katılmak bazı şeyleri göz ardı etmek olur.


Söz konusu makaleden yukarıdaki gibi bir sonuç çıkarılacağını düşünmüyorum zaten. Yazarlar da keskin ve nihai çıkarımlar yapmak konusunda hassasiyetlerini belirtmişler.
0
sefalet
"bana yeni bir haber gibi gelmedi bu.

Haber yeni çünkü 19 Mayıs 2005'te yayınlanmış bir makaleye dair."

yeni bir gelişme değil gibi geliyor anlamında söylemek istemiştim haber niteliğini kastetmedim.


"bu cümle pek açık değil.beynin koku işleme sürecine müdahale etmek veya bir kokunun hayal edilmesine yol açmak aynı şeylerdir.bir şeyi gerçekten koklamak ile gerçekleşen algı ile o kokunun hayal edilmesi arasında pek bir fark yok.

Var. Bir görüntüyü kafanızda canlandırmak ile karşınızda durması arasında fark olduğu gibi. Ya da kendinizi zorlayıp mercimek çorbasının tadını hayal etmekle sıcak çorba dilinize değdiğinde oluşan durum arasındaki fark gibi."

doğal olarak var, insanın kafada canlandırma yeteneği o kadar gelişkin değil.ama burada benim demek istediğim tıpa tıp aynılık değildi zaten.sadece gerçek algı anında, örneğin koklama işlemi olsun bu, beynin çalıştığı koku algılama merkezi ve o kokuya özgü etkileşime geçen sinir ağlarının, aynı deneyim daha sonra hayal olarak yaşanmaya çalışıldığında da harekete geçtiği bilinmektedir.aynılıktan kastım işin bu tarafıydı.beyinin algı merkezleri yaşanan şeyin "gerçek" yada "hayal" olduğuna bakmaksızın harekete geçmektedirler.


"bu bakımdan her ne kadar dilin düşünceye etkisi çok fazla olsa da yalnız kelimelerden ibaret olduğumuz görüşüne katılmak bazı şeyleri göz ardı etmek olur.


Söz konusu makaleden yukarıdaki gibi bir sonuç çıkarılacağını düşünmüyorum zaten. Yazarlar da keskin ve nihai çıkarımlar yapmak konusunda hassasiyetlerini belirtmişler."


yazdığınız makale ile ilgili değil bu görüşüm kendi verdiğim dil düşünceyi yaratır görüşüne karşıydı.


dil düşünce sorusuna gelince aslında önemli bir soru, hangisinin hangisini oluşturduğu sorusu.Engels'den örnek vermek gerekirse örneğin onda el-beyin ilişkisini, elin beyni şekillendirmesi olarak daha çok görürüz.bunu böyle yapmasının nedeni de emeğin insanı şekillendirdiği görüşünü ortaya koymak ordan da toplumsalcılığa bir delil elde etmek idi.

aynı şekilde dil-düşünce ilişkiside bu tür kuramsal yapılanmaya temel olabilecek derinlikte bir sorudur.dilin düşünceyi şekillendirdiği görüşünü özellikle maddeciler ve toplumsalcılar tarafından savunulmasında bir anlam yatmaktadır örneğin.

kavramlar konusunda evet bir yerde depolandıklarını söyleyebiliriz.örneğin kırmızı kavramını düşünüğümüzde aynı belli kokulara karşı belli sinirlerin hareket etmesi ve etkileşmesi gibi bir durum söz konusu olur.

fakat kavramlar kokulardan daha çok değişime ve gelişmeye açıktırlar.zaten düşünceyi büyük ölçüde kavramların şekillendirmesinin nedeni bu dur.o yüzden bir kokudan ömrümüz boyunca hoşlanır yada tiksiniriz ama kavramlarımız çok değişir.sevgi kavramı 18 yaşında düşündüğümüz kavram değildir artık 35-40 yaşında.doğal olarak kavramsal gelişim eğer kavramlar zihinde işleniyorsa gelişir, durduğu yerde değil.felsefe nin görevi de burada başlıyor zaten kavramları sorgulamak gerekirse yıkmak yeniden yapmak veya düzenlemek.

bu bakımdan kavramların gelişimi, işlenmesine, işlenmesi de felsefe etkinliğine bağımlıdır.düşüncenin, hangi alanda olursa olsun felsefi düşünce ile (soyut düşünme) gelişebileceği görüşündeyim.

konudan uzaklaşmayayım her insanda üçgen kavramı aşağı yukarı vardır.ama aynı değildir elbette.zaten felsefe deki nihilist (hiççilik) de buradan beslenir.üzerinde uzlaşılabilecek bir bilgi tanımı yoktur der bu düşünce.haklı bir düşünce ama çok da değil.bir mutlak bilgi olamaz evet ama en azından üzerinde uzlaşılan bir bilgi olabilir.(zaten olabildiği için uygarlık denen şey var, o sayede nesilden nesile bilgi aktarılabiliyor)geometri konusunu tartışıcağız diyelim bunun için üçgen kavramının ortak bir tanımına ihtiyaç duyarız.aynı olmak zorunda değil olamaz da ama yaklaşık bir tanım bize tartışabilmemiz için ortak bir zemin hazırlar.

zihnimizde yer etmiş bir kavram onu düşünmeye başladığımız anda evrim geçirmeye başlar.eğer kavramlara organik formlar olarak bakarsak tanımlamamız daha yerinde olur.

temsilin temsili meselesi insanı gerçekten tasvir etmede bu durumu epey zorlayıcı ama o derecede de hayret uyandırıcı bir konudur.dediğiniz gibi sonsuza kadar gitme ihtimali vardır ama unutmayalım bizim o kadar bir zihinsel derinliğe inebilecek bir kapasitemiz yok.o yüzden bilgisayarlar döngülere girerken insan zihni bundan kurtulmanın biyolojik yöntemlerini geliştirmiştir.depresyon buna güzel bir örnektir diye düşünüyorum.yani biz bir kavramı temellendirme konusunda gücümüz bittiğinde bir sınır koyabiliyoruz.

kavramları kuramlar olarak düşünebiliriz işlendikçe gelişirler ve daha tutarlı hale gelirler.



0
cann
bence normal kaşar kaşara göre iyi kokar vücuda göre ise berbat bir koku sayılır...
Görüş belirtmek için giriş yapın...

İlgili Yazılar

Cumhurbaşkanı Bir Matematik Sorusuna Takılırsa...

FZ

Piref. H. Ökkeş'in Cumhuriyet Bilim Teknik ekinin 8 Ocak 2005 tarihli yazısından:

Çok garip: Matematik Dünyası adlı derginin 2004-III sayısı da çıkmış. Nasıl oluyor da halen çıkabiliyor bu dergi, anlamak mümkün değil. Üstelik satışı 10 bin dolayında (Bir önceki sayı 9 bin satmış). Ben batar derken, dergi sürekli yükselen bir grafik çiziyor. Sadece Türkiye'nin değil, dünyanın sarsılması gerek bu başarı karşısında.

Dergiyi çıkaranların aklı fikri başka çalışıyor. Ne üniversite piyango sınavlarını, ne lise müfredatını, ne okullardaki kötü eğitimi umursuyorlar. Ne manken ne de şarkıcı resmi var dergide. Umut satmıyorlar, falcılık yapmıyorlar. Kimseyi de korkutmuyorlar. Dergiyi çıkaranlar matematiğe su katmadan, sulandırmadan yapıyorlar, yapacaklarını. Yazarlar farkında değiller ama dergiyi sulandıran tek bir köşe var: O da bana ait, son sayfadaki "Konik" köşe! Herhalde okurlar o sayfaya bir türlü gelemiyorlar. Çünkü oku oku bitmiyor dergi. Matematik Dünyası'nı 6 ay sonra da açıp okuyabilir insan, 60 yıl sonra da. Kızlar artık çeyizlerine koyuyorlarmış bu dergiyi. Erkekler ceplerinde dergiyle dolaşınca şansları açılıyormuş.

Şimdi herkesi daha da şaşırtacak bir olaydan söz etmek istiyorum.

Büyük Düşünün: Video Konferans

cbc

Birbirinden coğrafik olarak uzak ofisleriniz var ve toplantı yapmak istiyorsunuz. Bilişim firmaları için en ucuz çözüm IRC ya da Jabber üzerinde bir odada toplanıp konuşmak olabilirken, kimi firmalarda video konferans ile sorun bir nebze çözülebiliyor. "Video Konferans" ve "Cisco" kelimelerini bir araya getirip, biraz büyük düşünün ve haberin devamına bakın. (Kopya çekmek yok!)

Bilim Teknik´den haberler -1- İki Gezegenli Türk Bayrağı

parsifal

Uzay konusu aylar önce bu konu ile haber yazma isteği doğduğunda oluşturulmuştu.
Daha sonraları ise Cumhuriyet gazetesi web sitesinde üyelik sistemine geçti.(Ne alaka???) .Böylece güzel bir dergiyi internette okumaktan mahrum kaldık. Gazeteye para verip alıyorken "Bilim Teknik" gibi bir dergide yer alan bazı haberlerden alıntılar yapmaya karar verdim...

Bilim ve Teknik'in 39 yılı bir DVD'de

larweda

Bildirgeç'teki bir habere göre, bilim ve teknik dergisi, 39. yılı şerefine, Ekim 1967 ila Aralık 2005 tarihleri arasında yayınladığı 457 sayının tamamını kapsayan dvd'yi, haziran 2006 sayısı ile ücretsiz olarak okurlarına hediye edecekmiş. Sitede bir de bunu anlatan insert'in fotoğrafının link'i var. Gerçekten kaçırılmaması lazım.

Müzik ve Psikoloji

FZ

Boğaziçi Üniversitesinin Uludağ Üniversitesi ve TÜBİTAK ile birlikte düzenlediği bir etkinlikte konuşacak olan ve Max Planck Enstitüsü'nden gelen bilişsel bilim araştırmacısı Peter Keller'in 23 Kasım Cuma günü saat 15:00'da Kriton Curi salonundaki konferansına müzik, psikoloji ve bilişsel bilimler ile ilgilenen herkes davetlidir.