Eminim içinizde benle aynı fikirde olmayan birçok kişi vardır. Bu düşüncemi gereksiz derecede nostaljik, romantik hatta eski kafalı bulanlarınız da çıkacaktır. Ama lütfen açıklamama izin verin.
Radyo, her şeyden önce çok sihirli bir şeyi gerçekleştirir. İster müzik dinleyin, ister haber (ki buna eskiler ‘ajans’ der) temel mesaj şudur “dünyada yalnız değilsin, bir yerlerde birileri daha var ve şu an sana ulaşıyorlar.”
Aslında radyonun kendisi de sihirlidir. Öyle ki hava kararıp gece olduğunda normalde hiç alamadığınız bazı kanalları almaya başlarsınız birden. Lili Marlen türküsü gelir ulaşır size Zagrep dolaylarından.
Radyo mütevazidir. Hem kaynak olarak, hem de ilgi alaka olarak çok mütevazi beklentileri vardır. Sizden koskocaman anten istemez mesela, iki tane kalem pille günlerce idare eder. Ona ulaşmak için birkaç maaş ödemek ya da yayını kesmesinler diye her ay birilerine para vermek zorunda da değilsinizdir. Siz kitap okurken, ödev yaparken radyo bir kenarda takılır kısık sesle. 1950′lerde babamlar fındıklığa gittiklerinde yanlarında radyo götürürlermiş. Düşünsenize, tarlaya televizyon götürdüğünüzü.
Radyo haber verir, hem de iyi haber verir. Öyle “Ahmet Osman’ı bıçaklamış” haberleri pek duyamazsınız, “keşke hiç şiddet olmasa” derken bir yandan snuff rontgenciliği yapan ikinci sayfa haberleri de olmaz. Belki radyodan “aya ilk ayak basan adamı” gösteremezsiniz, ama “savaşın bittiğini” bütün dünyaya duyurabilirsiniz.
Radyo öğretir. 80’lerden en net hatıralarımda mutfaktaki ITT radyo başında TRT-1’deki Okul Saati’ni dinlemeye dair. İçinde öğretici hikayeler, Afacan Beşler maceraları olan bu programı, her gün düzenli olarak dinlerdim. Kendimi ekibin sessiz altıncı üyesi gibi hayal ettiğimi hatırlıyorum, kafamda onların maceralarına eşlik edip aynı tehlikelere atılırken.
Radyo eğlendirir. 1982-2000 arasında 18 yıl boyunca iflah olmaz bir Trt Radyo 3 (o zamanlar FM’den çıkan tek kanal olduğu için TRT-FM’de derdik) dinleyicisiydim. Dire Straits, Pink Floyd, Depeche Mode ile Radyo 3’de tanıştım. Stüdyo FM’in, Gece ve Müzik’in jingleları silinmeyecek bir şekilde beynime kazınmışlardır. Bir keresinde sonlarına yetiştiğim ve büyülenerek dinlediğim bir parçayı, üç ay boyunca tanıdığım herkese sordum “Dire Straits’e benziyor ama flüt var” diyerek. Sonra yine bir tesadüf eseri öğrendim ki Jethro Tull’ın Budapest’iymiş o şarkı.
Radyo mistiktir. Mesela numara radyosu diye bir şey var; Number Station yıllardır yayın yapıyor, kimse yayının nerden geldiğini ve bu sayıların anlamının ne oluduğunu bilmiyor, CIA operasyonudur kesin diyenler çoğunlukta.
Radyo yaratıcıdır. 1900’lerden bu yana birçok kişi “radyodan bana seslendiler” diyerek mesajlar aldığını iddia etmiştir, televizyonda bu olmaz mesela :)
Radyo umut verir. Bundan birkaç yıl önce Bolivya’da bir iş adamı kaçırılmış. Bir süre eşinden haber alamayan karısı, bir yıl boyunca ona yerel bir radyo programı üzerinden seslenmiş. Aylar sonra kurtulan adam, bu yayınları dinlediğini ve onların kendisine verdiği güçle hayata tutunduğunu anlatmış.
Issız bir adaya düşecek olsam bir bıçaktan sonra isteyeceğim şey güneş enerjisi ile çalışan radyo olurdu mesela.
Bu noktada televizyonun çok daha önemli bir icat olduğunu iddia edilebilir. Ne de olsa bir resim bin kelimeye bedeldir (ama bazen de bir tek kelimeyi duymak için bir ömür bekler insanlar). Bir benzetme yapmak uygun olursa, radyoyu bisiklete benzetmek doğru olur. Basit, pratik, mütevazi ve katılımcı. Televizyon ise daha çok otomobil gibi. Bisiklet 200 yıldır, otomobil ise yaklaşık 110 yıldır var ve birbirlerinin yerine geçmiyorlar, ikisinin de ayrı kullanım alanları var.
Bütün bunları saydıktan sonra bir düşündüm de acaba ‘en iyi teknolojik icat’ derken neleri kriter almalı? Veya bir teknolojik cihazı nasıl değerlendirmeli?
Aklıma gelen birkaç madde şu şekilde:
-Basit bir işi temiz bir şekilde yapacak. 0-100 km’e 4 saniyede çıkmasına gerek yok, ayağınızı yerden kessin yeter. -Basit olacak, kolay bozulmayacak. Karmaşık fonksiyonları da olabilir ama kolay bozulma pahasına değil. -Sahip olma maliyeti, özellikle sarfı düşük olacak. (Çünkü hikayenin baş kahramanı sizsiniz, kullanmaya çekindiğiniz, gözünüzden sakladığınız arabanız, cep telefonunuz ya da laptopınız değil.) -Taşınabilir olacak. -Kapalı kutu olmayacak, müdahale edilebilir olacak.
Bu özelliklere uyan teknolojik cihazlarımı da sıraladım.
Sansa Mp3 Player (radyosu güzeldir, kötü çektiği yerlerde bile mono modda cızırtı yapmaz :) ) LinkSys WRT-54G Wireless Access Point (8 yıldır kullanıyorum, custom firmware yükledim, şahane çalışıyor) Wii (Şimdiye kadar sahip olduğum en dertsiz tasasız konsol) Efsanevi Ericson R520 (Sahip olduğum en iyi telefondu, bir telefondan beklenen bütün üçüncü dünya ihtiyaçlarımı çözdü ;) ) Nook Simple Touch (Bir bıçak, bir radyo bir de nook olsun lütfen)
Eğer sizin de aklınıza gelen bu özelliklere sahip cihazlar varsa, yorum olarak yazabilirseniz çok sevinirim.
Bonus: Eğer siz de benim gibi 80′lerde çocukluğunu geçirmiş bir radyo müptelasıysanız, mutlaka Woody Allen’ın Radio Days filmini seyredin.
(Bu yazı Nisan 2013'de Blackstart.org'da yayınlanmıştır. Hem konuyu biraz da tartışmaya açmak hem de bir sonraki yazıma referans olması açısından Fazlamesai'de de yayınlamayı uygun gördüm)
En çok özendiğim, yıllar sonra ancak ofiste rahatça kullanabildiğim bir şey radyo benim için. Sorunum da radyoya yayınına ulaşabilmek değil fazla ulaşmaktı. Küçükçamlıca'nın dibinde oturunca radyo sinyalleri o kadar güçlü oluyordu ki evde hoparlörü olan her cihaz radyo çekiyordu. Telefonla mı konuşuyorsun, arkaplandan radyo sesi, tv net çekmiyor mu, araya giren radyo. Özellikle kulaklık takıp Rock fm dinlemeye çalışmak apayrı bir acıydı, çünkü kafamı 5 dereceden fazla çevirdiğimde üsküdar bilmem ne fmin dini yayınları giriyordu araya. Şimdi zaten rock fm dini yayın yapan bir radyoya satıldı tam oldu.
İkinci favori zamazingom sundancein de dediği nook. Sayfa çevirme tuşları bozuldu, ama zaten dokunmatik ekran olduğu için gerek bile yokmuş o tuşlara, şimdi plastiği dökülmeye başladı ama hala haftalarca dayanan bir şarjı var beni benden alan. Hatta bir ara kendime e-ink telefon bile aradım (var ama çeşitli sıkıntılardan dolayı başarısız bir ürün olmuş)
Üçüncü favori zamazingom ise klavye. Yıllardır toplasam 3-4 klavyem olmuştur, yıllarca dayanan, özellikle cep telefonu kullandıkça değerini anladığım bir nesne. Issız adada bir elimde klavyeyle Ahmet Vefik Alp gibi dolaşırım artık (yaş belli eden referanslar)