felix

felix


0 takip ediyor | 0 takip ediliyor


Bilgi alanları


İlgi alanları

Savaş ( 83)

Her şey gibi savaşın da bir doğası vardır. Bir insana (ya da aynı şekilde ülkeye) saldırmak için o kişinin (ya da ülkenin) size saldırması ya da en azından tehdit etmesi gerekir. Saldırının dozu da tehditin dozu kadar olmalıdır. Eli kangren olan bir insanın sadece eli kesilir ötenazi yapılmaz. Ortadoğuyu şekillendirme projesinin istikrar ve kalkınma getireceği teziniz, bana hitlerin tüm dünyaya barış getirme projesini hatırlattı. Haklıydı aslında. Ortada savaşacak adam bırakmazsan haliyle barış oluşur.


Eğer Ortadoğuya istikrar, adalet, kalkınma vs her ne gelecekse neden bu projenin harfiyatı çıban başı İsrailden değil de yiyecek ekmeği kalmamış Iraktan başlar ki?

Savaş ( 83)

Maalesef acı bir gerçeğe parmak bastın dostum. Çoğumuzun karşı çıkışının arkasında vicdanımızdan veya adalet duygusundan gelen bir isyan yok. Türk milleti 80''lerin sonlarında geçirmeye başladığı evrimi tamamlamak üzere. Artık sokaklarımız takım elbise kıravatlı, bir gözüyle borsayı dövizi takip eden diğer gözüyle hesabındaki paraları sayan, evleneceği kızı bile seçerken önce bordrosunu inceleyerek işe başlayan bizinısmenlerle dolu. Tabi bu manzarayı tamamlayan bir de kitle var yani avam. Dünya görüşünü Kadir İnanırın sanatçı(?) duruşu ile İbrahim Tatlısesin gönül maceraları arasında konumlandırmış.


Hal böyleyken daha iyisini ummamak gerekir. Tabi ki insan olmak hele de iyi insan olmak kolay değil. Sürekli kendini sorgulamak, kendinle yüzleşmek gerekir. Umarım her arkadaş yazını okur ve düşünür. Tekrar eline sağlık.

Savaş ( 83)

İnsanlık karanlık bir tünele girdi. Seçenekler sınırlı ve malum medyada bize sunulan tablo, olası en pembe senaryo. En kötüsü ise bir dünya savaşı. Ama bu seferki en korkuncu olabilir. Üç büyük dinin merkezi coğrafyada yakılan bir ateş öncekilere benzemez. Kolayca bir din savaşına dönüşebilir ve din savaşı ekonomik savaştan da ideolojik savaştan da çetindir.


Televizyonlarda allanıp pullanan o silahlara ve ordulara tiksinerek bakıyorum ve sevgili roktas'a tavrı için selam gönderiyorum.

Matrix´i Beklerken ( 20)

Yazının sahibi olarak uyanın millet saptamanız için kutlamak istiyorum. Aşağıdaki linki (özellikle Final Scene bölümünü) incelerseniz sebebi daha iyi anlaşılacak:


http://www.uoguelph.ca/~bmccullo/TheMatrix/wakeup.html


Bu arada, yazıda kilise yok derken, o kadar hristiyan ögesinin olduğu bir filmde kiliseye ait bir söylemin olmamasını kastettim. Filmi izledikten uzun bir süre sonra aklımda kalan tortular üzerine yazıyı inşaa ettiğim için rahibin göründüğü sahneyi hesaba katmadım. Ancak sahne hakkındaki uyarıları için yorum gönderen arkadaşlara teşekkür ederim.

Matrix´i Beklerken ( 20)

Anlatımı bu kadar sembolik olan bir filmin anlamını tek eksene oturtmak doğru olmaz. Benim yazıda anlatmaya çalıştığım filmden çıkabilecek anlamlardan sadece bir tanesi ve bana en yakın olanı.


Belki her noktayı açmam gerekiryordu ama ileriye götürmedim. Kışkırtıcı olması için yaptığım bilinçli bir tercihti bu. Yazının iki temel unsuru makineleşen insanlık ve mesih idi ve bu tartışma yıllardır batının entellektüel gündeminde olan konular. Sözü kısa kesip iki alıntı veriyorum.

Birincisi:


Makineler bizi insan mutluluğunun en önemli ögeleri olan iki şeyden, doğal kavranma rahatlığından ve çeşitliliğinden yoksun bırakır. Makinelerin kendilerine özgü işleyişleri ve kendilerine özgü vazgeçilmez istemleri vardır: Pahalı bir fabrikası olan kimse onu sürekli çalıştırmak durumundadır. Duygular açısından makinenin yarattığı en büyük sıkıntı onun düzenliliğidir. Ve doğaldır ki makineler açısından da duygularda bulunan en büyük kusur, tersine düzensiz olmalarıdır. Kendilerini ciddi sayan kişilerin düşüncelerine makineler egemen olduğundan bu kişilerin bir insan hakkında dile getirecekleri en büyük övgü onun makine gibi olmasıdır. Artık düzensiz bir yaşam kötü bir yaşamla eş anlamlı olmuştur. Bergson''''''''un felsefesi bu görüşe karşı bir protestoydu; entellektüel açıdan çok sağlam olmamakla beraber sanırım, insanların gittikçe daha çok makineye dönüştürülmesine karşı duyulan sağlıklı bir endişeden esinlenmişti. (Makineler ve Duygular, Betrand Russell-Sorgulayan Denemeler)


İkincisi:


Yer: Seville

Zaman: Onbeşinci Yüzyıl. Engizisyon tüm gücüyle ortalığı kasıp kavurmaktadır. Ve:

Onbeş yüzyıl önce insanlar arasında üç yıl gezdiği insan kılığıyla girmiştir aralarına yine.

........

Varlıklı bir kentlinin yedi yaşındaki biricik kızı.ölmüştür.

........

Yavrusu ölen anne çığlığı duyuyor birden. Onun ayaklarına kapanıyor. Kollarını havaya kaldırıp ''gerçekten Oysan dirilt yavrumu'' diye yalvarıyor. Herkes duruyor, tabutu indiriyorlar, tam ayaklarının dibine bırakıyorlar. Merhametle bakıyor, ağzından tane tane şu sözcükler dökülüyor: ''kalksın kız''. Kız Tabutun içinden doğrulup oturuyor,
........

İşte tam bu arada katedralin önündeki alandan büyük engizisyoncu kardinal geçer.
........

Herşeyi, tabutu Onun ayaklarının dibine koyduklarını da, kızın dirilişini de görmüştür. Surat asıyor birden. Ak düşmüş gür kaşlarını çatıyor. Bakışı kötü kötü parlıyor. Parmağıyla O''nu gösterip, koruyucularına ''yakalayın'' diye buyuruyor.
........

Gecenin zifiri karanlığında zindanın demir kapısı açılıyor birden, elinde kandille büyük engizisyoncu yavaş yavaş giriyor içeri.
.......

(Büyük Enzisyoncu Konuşmaktadır)
Niçin işimize engel olmak istiyorsun? Bize engel olmaya geldin, kendin de biliyorsun bunu. Ama yarın ne olacak biliyor musun? Kimin nesi olduğunu bilmiyorum, O musun yoksa Onun benzeri misin, bilmek de istemiyorum. Ama yarın cezalandıracağım seni, dinsizlerin en azgını diye yaktıracağım.
........


Ama kişioğlunun elinden özgürlüğünü almayı istemedin sen, bu öneriyi reddettin. ''Onların bana bağlılıklarını ekmekle satın alırsam özgürlük nerede kalır?'' diye düşündün. ''Kişioğlu yalnızca ekmekle yaşamaz'' dedin. Ama toprak ruhunun bu ekmek uğruna sana başkaldıracağını, seninle cenkleşeceğini, seni yeneceğini, bütün insanların ''bu cavarın dengi yok, bize gökten ateş indirdi'' diye bağırarak onun peşinden koşacağını biliyor musun? Yüzyılların geçeceğini, insanların kendi akılları ve bilim ağzıyla konuşmaya başlayacaklarını, dine karşı suç işlemek diye bir şeyin, dolayısıyla günahın olamayacağını, yalnızca açların bulunduğunu söyleyeceklerini biliyor musun?
.......

...''karınlarımızı doyurun, bizlere göklerden ateş indirmeyi vadedenler sözlerini tutmadılar'' O zaman biz tamamlayacağız onların kulesini, çünkü karınlarını kim doyurursa onun başaracağı iştir bu. Karınlarını da ancak biz, senin adına yalan söyleyerek doyurabiliriz.

.......

Evet çalışmaya zorlayacağız onları, ne var ki boş zamanlarında yaşantılarını çocukça bir oyuna çevireceğiz, koroyla çocuk şarkıları söyleteceğiz, masum danslar ettireceğiz. Ah, günah işlemelerine izin vereceğiz. Zayıf, güçsüz yaratıklar onlar, günah işlemelerine izin veriyoruz diye çocuksu bir sevgiyle bağlanacaklar bize.


(Büyük Engizisyoncu, Dostyevski-Karamazov Kardeşler)

Bilgisayar Biliminin/Mühendisliğinin Anlamı ( 32)

Bu yazıda yapılan şey bir durum tespitidir. Bilgisayar bilimi mühendisi ile programcı farkına yapılan vurgu doğrudur ve küçümseyici değildir. İyi bir programcı da kolay yetişmez ve öyle alaylılar vardır ki kendi alanında pek cok mühendisi aşabilir. Ancak yazarın sınırını çizdiği ve aynı zamanda da bir bilim dalı olan computer sciencein her alanı için o alana ilgi duyan amatörler kitlesi olduğunu iddia etmek mantığımı zorluyor.
Benim asıl garibime giden şey ise computer science üzerine yazan kişinin şu anda bir computer engineering bölümünde öğretim üyesi olması ve başlık dışında kendi bölümününün farkını vurgulayacak bir cümle dahi olmaması. İster istemez akla geliyor: Acaba Türkiye''de her iki adla da eğitim verildiği halde aslında içerik olarak arada bir fark yok mu? ve aslında computer science adını alması gereken bölümler, oğrencilerin tercihini cazip kılabilmek için computer engineering bölümüne mi dönüşüveriyor?

İşaretler ( 6)

Bilim kurgu eserleri ele alırken şunu kabul etmek gerekir ki bilim-kurgu bilimsel olmak zorunda değildir. Bilim-kurgu var olmayan bir dünyadır ve geleceği ya da fiziksel gerçeği temsil etmez; ancak kendi gerçekleriyle tutarlıdır. Belki suda eriyen uzaylı bize garip gelebilir ama bunu bir postula olarak kabul etmeliyiz ki postulalar sorgulanmaz, su içen bir uzaylı görmediğimiz sürece bu noktadan getireceğimiz eleştiri kendi subjektif beğenimizden öteye geçemez.